Yeni Söz

4.4.06

Nominal siyasetler: Fransa’da sağ, Türkiye’de sol / Ulaş Bayraktar


Geçen yılın sonlarında yaşanan banliyö olaylarından henüz birkaç ay geçmişken, Fransa’da siyaset yine sokaklara indi. Hükümetin işsizliğe çare olarak medet umduğu CPE (İlk iş kontratı- Contrat du Premier Embauche) meclisten ve senatodan hızla geçip de cumhurbaşkanının onayını beklerken, hiç beklemediği bir toplumsal muhalefetle karşılaştı. Dalga dalga büyüyen öğrenci hareketi bir nokta itibarıyla işçi sendikalarının da toplu desteğini alarak –ki bu Fransız sendikalarının ortak bir tavırda buluştuğu çok ender hareketlerden biri olarak tarihe geçti bile- ulusal bir boyut kazandı. Üniversiteki grevlerini, blokaj eylemleri takip etti. Sorbonne Üniversitesi’nin belli başlı binaları kapatılmakla kalmadı, üniversiteye bağlanan meydan ve yollar da polis kordonuna alındı. Sonuçta, yüksek öğretim sistemi haftalardır işleyemez hale geldi.
Bu toplumsal hareketin nedenleri ve detayları olmayacak bu yazının konusu. Benim yapmak istediğim bu toplumsal hareketlenmeyi fırsat bilip, Fransız siyasasına dair bir takım gözlemlerimi tartışmaya açmak. Temel iddiam Fransa’nın özünde solcu bir coğrafya olduğu ; tıpkı Türkiye’nin son tahlilde sağcı olduğu gibi.
Bu önermeye hemen ve rahatlıkla itiraz edilebileceğimin farkındayım ; neticede Fransa’da sağcı partiler ve bunları ikitidara getirebilecek sayıda seçmen kitlesi olduğu ortada. Ama bu ‘nominal sağcılığın’ içeriğine baktığımızda aslında bir türlü gerçekten liberal olmayı başaramayan bir siyasal gelenek karşımıza çıkıyor. Kendini, modern anlamda temsili demokrasi, insan hakları ve sosyal devlet uygulamalarının öncüsü olarak gören bir anlayış sosyal önceliklere kayıtsız kalmayı haliyle beceremiyor. Bıçak kemiğe dayandığında mecburen girişilen reformlar da toplumsal muhalefetin karşısında eriyip gidiyor. Bu yüzden, son dönem Fransız siyasetine baktığımızda rafa kaldırılmış reform projeleri ve bunların altında kalıp, siyaseten feda edilen bakan ve başbakanlar sık sık karşımıza çıkar. Kemikleşmiş sosyal hakları ya da uygulamaları sorgulamaya ya da değiştirmeye kalkan her türlü reform projesi sokağın büyük bir tepkisiyle karşılaşıp, geri çekilmek zorunda kalır.
Peki bu toplumsal muhalefeti aşmak neden mümkün olamıyor ? Benim bu konudaki ilk hipotezim, Fransız sağının, bu tür reformlara giriştiğinde izlediği merkeziyetçi tutumun gerektirdiği kadar otoriter olamadığı. Başka bir deyişle, reformun oluşturulma ve yasallaştırma sürecinde diğer partiler, sendikalar ve diğer sivil toplum örgütleriyle her hangi bir müzakere sürecine girmeyecek kadar merkeziyetçi zihniyet, böylesine toplumdan kopuk bir biçimde yasallaştırılmış projeyi otoriter bir biçimde uygulayacak kadar da kararlı olamıyor.
Burada Fransız sendikalarının özgün niteliğine de dikkat çekmek gerekir sanıyorum. İlginç bir şekilde hükümetle masaya oturup, onu ikna edecek bir siyasi nüfuza sahip olmayan sendikalar, sokakta kitleleri harekete geçirmekte takdire şayan bir beceriye sahip. Hal böyle olunca da, masada ciddiye alınabilecek bir temsil gücüne sahip olmayan sendikalar, daha agresif eylemlere girişerek Fransa’da hayatı felç eden grevlere ve kitlesel gösterilere başvurmayı adet haline getirmiş bulunuyorlar. Bu toplumsal hareketlenmeye çok da fazla direnemeyen hükümet de zamanla geri adım atmaktan başka çare bulamıyor.
Özetleyecek olursak, Fransa sağı, solcu temalara istese de istemese de ilgisiz ve saygısız olamıyor ; sosyal uygulamaları ne sorgulayabiliyor ne de kendi liberal projelerini hayata geçirebiliyor. Sonuçta, sol söylem Fransa’da baskın eğilim olarak kalıyor. Liberalleşemeyen sağ partiler ilginç bir şekilde Fransız solunu da zora sokuyor çünkü kendini sağdan ayırt etmektirde zorlanan sosyalist parti tabanını daha radikal partilere kaptırmaktan kaçamıyor.
Dikkatimizi Türkiye’ye çevirdiğimizde aslında kabaca çok benzer bir tabloyla karşılaşıyoruz. Fransa’nın liberalleşmeyen sağcı partilerine çok benzer bir şekilde Türkiye’de de sosyal demokrasiyi savunmaktan aciz bir CHP karşımıza çıkıyor. Milliyetçi vurgulardan bir türlü kendini uzak tutamayan ve sosyal demokrasi anlamında özgün herhangi proje üretemeyen bir CHP özünde sağcı olmaktan kurtulamıyor, solculuğu sadece nominal bir düzlemde kalıyor.
İşin en ilginç yanı Fransa’yı çok yakın bir gelecekte Sarkozy gibi bir kırılma bekliyor ; peki Türk solunun geleceğine dair benzer bir beklentiye girmek için herhangi bir neden var mı ?

1 Comments:

At 14/4/06 20:27, Blogger Ozgur said...

Deneme

 

Yorum Gönder

<< Home