CHP ve Siyasi Partiler’de temsille öncülüğün işlevi / Ulaş Bayraktar
Şubat ayı içersinde Sosyal Demokrasi Derneği’nin düzenlediği toplantıda Burhan Şenatalar ve Erol Tuncer Türk sosyal demokrasinin ana sorununun şu an için bir kadro sorunu olduğunu, parti içi bir yenilenme süreciyle yani parti içi demokrasi kanalarını daha iyi işletebilecek yönetimin iş başına gelmesiyle bu sorunun çözülebileceğine inandıklarını belirtmişler. Oysa toplantıda hazır bulunan bazı Mersinli gazeteciler sorunun temelinde Ali’nin Veli’nin gelmesi değil, Türk sosyal demokrasisinin evrenselle yerel arasında bir sentez oluşturamamasının yattığını ileri sürdüler. Hatta, bu anlamda Baykal’ın bu yönde önemli çabaları olduğunu ve dolayısıyla muhtemelen en doğru isim olduğunu ileri sürüdü.
Aslında ben de bir sentezin gerekliliği konusunda Mersinli gazetecilerle hemfikirim. Fakat kanımca sorunun temeli neyle neyin sentezinin ne kadar başarıyla yapılabileceğinde yatıyor. Her şeyden once sentez yapabilmek çok hassas bir kimyasal tepkimedeki kadar ince ayarlara tabidir. Hele hele doğuyla, batının, yerelle evrenselin sentezini yapmaya kalkmak büyük emek gerektirir. Yoksa ne kurultaya Ricky Martin’in şarkıları, ses ve ışık göşteriyle adete bir batılı yıldız olarak çıkmayla Giddens’in üçüncü yolu memlekete getirilmiş olur, ne de mitolojik Anadolu solu retoriğiyle şarksal öğelere selam durulur. Böylesi bir tablo ancak siyasal söylemlerin eğreti bir kolajına, hatta karikatürel bir imgesine tekabül eder. Sonuçta evrensel değerleri memlekete doğru düzgün uyarlayamadığınız gibi, kaçınılmaz olarak yerel olandan da kopma riskini almış oluruz.
Oysa bence sentez tartışmasının daha doğru kurgulanabilmesi için öncelikle bir siyasal partinin işlevlerini soyut olarak hatırlamalıyız; başka ve daha kestirme bir deyişle benim dikkat çekmek istediğim nokta TEMSİL ile ÖNCÜLÜK işlevlerinin sentezlenebilmesi üzerine kafa yorma gerekliliği.
Öncelikle, hepimizin malumu olduğu üzre, temsili demokrasilerde en temel siyasi temsil aracı partilerdir. Buna göre siyasal partiler kendi yerel teşkilatlanmaları aracıyla toplumun talep, tercih ve ihtiyaçlarını yönetim kademelerine iletip, kamu politika ve kararlarının bu toplumsal dinamiklerle uyum içinde belirlenmesini sağlarlar. Bu yönüyle siyasal partiler toplumun arkasından koşan, onun tercihleri doğrultusunda şekillenen bir siyasal araçtır. Dolayısıyla, doğal olarak popülisttir.
Öte yandan, siyasal parti aynı zamanda öncülük işlevi de görür. Bu anlamda belli bir ideolojik çerçeve içinde ulusal ya da yerel sorunların belli bir bakış içinde yeniden yorumlanıp, bu yorumlardan türeyen çözüm önerilerini geliştirmek, savunmak ve yaymakla mükelleftirler. Bu nokta itibarıyla, toplumun önüne geçip, ona liderlik, öncülük ederler ve tabanın da kendi sorun ve ihtiyaçlarını bu çerçeve içinde kurgulamasına yardımcı olurlar.
Bu temsil ve öncülük ayrımına CHP örneğinde yoğunlaştığımızda, partinin öncülük işlevinin bir parti içi liderlik kavgasına dönüştüğünü, toplumun öncülüğü için değil, partinin liderliği için kavga verildiğini herhalde kimse inkar edemez. Bu tür parti içi çekişmelerin tüm siyasi partilerde yaşanabileceğini varsayabiliriz ama işin en acı tarafı bu mücadelenin fikirsel açıdan hiçbir göze çarpan boyutu olmayışı. Neticede 60ların sonlarını hatırlayacak olursak, Ecevit ve Feyzioğlu arasındaki kişisel çekişme de bir Baykal-Sarıgül gerilimini aratmayacak düzeydeydi. Fakat o günlerin CHPsinin farkı bu kişisel çekişmenin gerisinde dipdiri bir ortanın solu tartışmasının yatıyor olmasıydı. Günümüzde buna benzer bir fikirsel tartışmanın esamesinin okunmadığını söylemeye sanırım gerek yoktur.
Bu fikirsel yoksunluk haliyle partinin öncülük işlevine zarar verdiği için CHP’nin kurumsal varoluş sebebi de gittikçe temsil işlevinin üzerine kurgulanır. Başka bir deyişle, toplumun önüne geçemeyen parti, gitgide populismin tuzağına düşer. Sancılı bir Avrupa Birliği’ne adaylık sürecinde doğal olarak artan milliyetçi duyarlıklara sahip bir toplumun peşinden nefes nefese koşan bir parti de haliyle gittikçe milliyetçi tonlar taşıyan bir kemalizm söylemine sığınarak bir kısır döngüye girer: milliyetçiliğin arttığı süreçte söylemini buna uyarlayan parti kendi seçmen tabanının da bu söylemi gitgide içselleştirmesine yardımcı olur; bu şekilde daha da milliyetçileşen toplum partiyi de bu yönde çeker vb. vb. vb.
Sentez tartışmasına geri dönecek olursak, eğer bir senteze girişilecekse, bunun evrenselle yerel arasından ziyade, temsil ile öncülük işlevleri ekseninde olması gerektiğini düşünüyorum. İç çekişmeleri yüzünden ya da genel fikirsel mahrumiyetin gazabından dolayı temsil populismine tutsak olmuş bir CHP’nin öncelikli olarak öncülük işlevine can verecek bir siyasal projeye ihtiyacı vardır. Bu fikirsel canlanmanın beslenebileceği en temel kaynak da bence üçüncü yol tartışmalarıdır ki ona da başka bir yazıyla girmek boynumuzun borcu artık.
Son olarak, bu temsil-öncülük dengesinin günümüz Türkiye’sinde somut olarak hayata geçirilebileceğine dair şüpheler taşıyanlara çevrelerine daha dikkatli bakmalarını tavsiye ederim; muhafazakar söylemlerin temsilciliğinde neo-liberalismin bayraktarlığını yapan bir partiye mutlaka rastlayacaklardır...
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home