Yeni Söz

6.4.06

CHP-3 Işık ‘yerelden’ yükselecektir / Ulaş Bayraktar

Geçen yazıda kaldığımız yerden devam edelim ama önce yine bir kısa özet vermeyi de ihmal etmeyelim. Demiştik ki, bir partinin iktidara gelme ve onu kullanma stratejileri arasında bir örtüşmeme durumu hasıl olabilir. Daha somut bir şekilde ifade edecek olursak CHP siyasal erki gerçek bir sosyal demokrasi projesi çerçevesinde kullanacağını inanılır bir şekilde ilan etse dahi, bu onu iktidara getirmeye yetmeyebilir çünkü çok kestirmeden ifade edicek olursak Türk toplumu aslen sağcıdır ve herhangi bir sol partiye cumhuriyet tarihi boyunca iktidarı emanet etmiş değildir. Hal böyleyken, CHP’nin doğru düzgün bir sosyal demokrasi programını yüksek sesle savunmayışı iktidara ulaşma adına bir avantaj olarak bile görülebilir. Peki bu durumda memleket topraklarında sosyal demokrasiden umut ebediyen kesilmeli midir?
Benim şahsi görüşüm mutlak bir karamsarlığa kapılmanın yersiz olacağı çünkü daha önceki yazımda da belirttiğim gibi, daha zor ve uzun vadeli olmakla birlikte bir yol daha var ki onun rotası da yerel yönetimlerden geçiyor. Evet, sol ülke yönetiminde iktidara hiçbir zaman gelememiştir ama yerelde pekala yönetimi ele almayı başarmıştır. Özellikle 70’li yılların “yeni belediyecilik” “toplumcu belediyecilik” ya da “birlikçi belediyecilik” adlarıyla anılan şanlı günlerini hatırladığımızda solun yerelde ne kadar mevcut olabildiğini rahatlıkla görebiliriz. Ulusal hükümetin MC’ye teslim edildiği bir siyasi konjonktürde dahi, İstanbul, Ankara, İzmir ve hatta Kaya Mutlu’lu Mersin’de sol yerel yönetimleri ele geçirmekle kalmamış “kervan yolda düzülür” hesabı yaşanmakta olan belediyecilik tecrübesinden çok özgün bir belediyecilik modeli geliştirmiştir. Bu akımın uç noktasında bir Fatsa’lı Terzi Fikri tecrübesi vardır ki, ona erken yaşanmış bir Porto Alegre tecrübesi olarak bile bakılabilir. Tabii bütün bu yenilikçi ve toplumcu belediyecilik birikiminin üstüne 12 Eylül rejimi hiç kuşkusuz büyük bir mum dikmiştir ama ANAP belediyeciliğinin bile bu tecrübeden yararlandığını öne süren araştırmacılar olduğunu unutmamak gerekir.
Yakın tarihimizdeki bu tecrübeyi bir de güncel ama uzak bir coğrafyada olup bitenlerle harmanlayıp tekrar düşündüğümüzde tünelin ucunda, Latin Amerika’dan yükselen ışığı seçmeye başlıyabiliriz belki. Malumunuz, arka arkaya solcu liderler iktidara geliyor kıtada. Tabii ki, solun bu yükselişinde birçok özel ya da bölgesel unsurdan bahsedilebilir ama sola dair genel bir paradigma değişimi olduğu gerçeğini değiştirmez bu mikro değişkenler. Yeni sol yaklaşım, iktidarı işçi sınıfının liderliğinde yapılacak bir devrim eliyle ulaşılacak bir hedef olarak görmüyor. Bunun yerine temsili demokrasinin siyasal alandaki yapısal eşitsizlikleri giderecek, bireyleri siyasal açıdan güçlendirecek tekniklerin arayışına ve tecrübesine yaslanıyor yeni sol perspektif. Anglo-sakson literatürde empowerment tezi olarak kabul gören bu yaklaşımı Türkçemize erkleştirme diye çevirebiliriz sanıyorum. Buna göre, bireyler özellikle yerel ölçekteki katılımcı uygulamalar eliyle katılım bilgi, beceri, alışkanlık ve tecrübelerini geliştirerek siyasette daha aktif bir rol oynamaya girişirler. Bu süreç yerel siyaseti kendiliğinden demokratikleştirirken, ulusal siyasette de uzun vadede ciddi farklılıklar yaratır. Bunun en güzel örneği çok bilinen Porto Alegre katılımcı bütçe uygulamasıdır ki Lula’lı Brezilya İşçi Partisi’ni iktidara taşıyan bu sürecin detaylarında bilahare girmek daha doğru olabilir.
Kendi tartışmamıza geri dönecek olursak, CHP’nin de iktidara varmak adına kitlelere kendini ve sol düşünceyi aşılamak için izlemesi gereken strateji bence burada yani yerelde yatıyor. Hala bir elin parmakları kadar büyük şehirin yönetiminde olan CHP mevcut iktidardan ve siyasal partilerden farkını ve önerdiği projenin özgünlüğünü ve özelliğini buralarda ispat etmek zorundadır. Böylesi bir farkın yaratılması partinin ve sosyal demokrat projenin aşama aşama önce diğer kentlere yayılacak şekilde genişlemesine daha sonra da ulusal iktidarın yolunun döşenmesine gidecektir ki bunun yakın tarihimizdeki canlı örneği Refah Partisi’nin önce büyükşehirleri alarak nihayetinde başka bir kurumsal kimlikle de olsa tek başına iktidara geliş sürecidir.
CHP’nin de benzer bir stratejiyi benimsememesi ve çözümü her geçen gün biraz daha şahin bir laiklik, daha şüpheci bir milliyetçilik ve daha muhafazakar bir kemalizm anlayışında araması durumunda, parti gitgide küçülecek ve sonunda ya fiziksel ya da ideolojik olarak kaybolacaktır. Bu anlamda sorun “solun bölünmesi” değil, “solun yok olmasıdır.” Bundan kaçışın tek yolu yerele özel bir önem vermekte yatar. Parti, ancak bu yolla özgün ve demokratik bir siyasi projeyi geliştirip, onu gerçekleştirme irade ve istikrarına sahip olduğunu seçmen kitlelerine ispat edebilir. Öte yandan, aynı proje çerçevesinde hayata geçirilecek katılımcı uygulamalar, bireylerin siyasi ufuk ve becerilerini geliştirip siyaseten daha aktif olmalarını sağlayarak, partinin ulusal düzeydeki iktidara gelişini mümkün kılacaktır. Bu anlamıyla ve önceki yazılarımızda savunduğum görüşlerin ışığında CHP’nin iktidara giden yolu bir öncü işlevi göreceği yerel yönetimlerden geçmek zorundadır.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home