Sol ve Bayrak / Burak Cop
İnsan yurtdışında yaşarken ülkesini özlüyor ama kimi zaman “İyi ki bazı şeylere ilk elden tanık olmuyorum yoksa gene sinirlerim çok bozulurdu” diye düşünmekten de kendini alamıyor. Ekşi Sözlük’te okuduğuma göre ılımlı provokatif yayınlarıyla bilinen milliyetçi bir televizyon kanalındaki bir “tartışma” programında, Hrant Dink’in cenazesinde Türk bayrağı taşınmadığı için etkinliğe katılanların emperyalizmin maşası olduğu sonucuna varılmış. Hatırlıyorum, yıllar önce de Siyaset Meydanı’nın bir bölümünde söz alan bir kadın “2 saattir konuşuyoruz, bir kere Atatürk demedik” gibi bir tespitte bulunmuştu. Tabii böyle konuşan bir insan ne kadar ciddiye alınmalıysa diğer katılımcılar da hanımefendiyi o kadar ciddiye almışlardı. Ancak sorun şu ki başta bahsettiğim programın sunucu ve konukları daha bile absürd şeyler üzerine (“Nasıl oldu da protestolar bu denli kısa sürede örgütlendi? Nasıl oldu da aynı sloganlar atılabildi?”…vs) saatlerce konuşmayı becermişler. İnsanın canı sıkılıyor.
Bugün kimilerinin Dink’in cenazesinde görmeyince hayıflandığı ulusal bayrak Türkiye’de 60’lı yıllarda Sol’un popüler simgelerindendi. O dönemde sol söylemin özünü “anti-emperyalizm” ve “tam bağımsızlık” gibi temalar oluşturduğu için vatanseverlik adına, pek de farkında olunmadan milliyetçiliğe prim verilirdi. Tabii bunu iyi veya kötü bir şey olarak değil, şartların getirdiği doğal bir tutum olarak görmek gerekir. Aksi takdirde, bugünün gözlükleriyle geçmişe bakılırsa, hiçbir konuda sahiplenilecek bir miras bulunamaz.
60’larda hem 27 Mayıs öncesindeki “ordu-gençlik el ele” durumlarının zihinlerde tazeliğini koruyor olması, hem ordudan hâlâ bir şeyler beklenilmesi, hem de kemalizmin sol yorumunun revaçta olması nedeniyle; Atatürkçülüğün mirasçısı olarak görülen TSK’ya duyulan bir tür “yakınlığın” Sol’un farkında olmadan benimsediği milliyetçi duruşa katkıda bulunduğunu söylemek yanlış olmaz.
Dönüm noktası 12 Mart
Ne var ki 12 Mart herşeyi değiştirdi. Sempatiyle bakılan, dahası ümit beslenen ordunun yaptığı darbe sonrasında yaşananlar Sol için hem yıkım hem de hayal kırıklığı oldu. Fatura muhtıracılara ve onların sivil hükümetlerine kesildiği kadar, gene farkında olunmadan, biraz da ordunun öteden beri bir nevi “gayri resmi mümessili” olduğu Atatürkçülüğe/kemalizme kesildi sanki. 60’larda meydanlarda ellerden düşmeyen Türk bayrakları 70’lerde pek görülmez oldu. Elbette bu da “iyi” veya “kötü”den ziyade, doğal bir gelişmeydi. Kemalizmle böylesi bir ayrışma doğal, hatta sağlıklıydı. Tabii keşke süreç daha farklı gelişseydi… En basitinden şehirlerde, dağlarda ve idam sehpalarında o genç insanlar ölmeseydi…
Günümüzün küreselleşmiş ve görünüşe bakılırsa daha da küreselleşecek dünyasının meseleleri de haliyle uluslararası/uluslarötesi bir nitelik kazanıyor. Ve zaten doğası gereği enternasyonalist olması gereken sol düşüncenin (ister sosyal demokrat olsun ister ötesi); Üçüncü Dünya’da fakirlik, küresel ısınma, savaş karşıtlığı, kadın hakları, Darfur’da soykırım, Gazze’de vahşet, Myanmar’da diktatörlük gibi konuların öne çıktığı bir dünyada millicilikten uzaklaşması söz konusu. Ancak görünen o ki, bu Türkiye’de kimi “duyarlılıklar”a ters geliyor.
Kendisi için varolan devletin kutsal bayrağı
Bizim gibi tepeden değil de tabandan uluslaşmış Batı ülkeleriyle aramızda ulusal bayrak konusunda bir anlayış farklılığı bulunuyor. Onlarda, M.Ali Kılıçbay’ın ifadesiyle “altında yaşayanların yücelttiği” bayrak anlayışı varken, bizde “kendiliğinden kutsal” bayrak kavramı ön plana çıkıyor. Bu, bir açıdan Osmanlılardan devralınmış “kendisi için var olan, kendiliğinden var olan” devlet anlayışının bir uzantısı. Diğer bir açıdan da modernleşme ve uluslaşma basamaklarını geri kalmışlıktan ötürü 2’şer 3’er çıkmaya çalışan Cumhuriyet’in, kurmaya çabaladığı ‘ulus’u dayandırdığı temel sembolün bayrak olmasının sonucu. İşte bayrağa yönelik bu kutsal nesne muamelesinden ötürü, mesela yurtdışındaki uygulamalara özenip de iç çamaşırı üzerine ay-yıldız koyarsanız hakkınızda dava açılıyor.
Öyle sanıyorum ki bazı solcuların elinde Türk bayrağı görmeyince pek çok sağcının rahatsız olması da bu kutsallaştırmadan. Tamam, Türk bayrağından uzak duran grupların mesela kimi İsrail karşıtı mitinglerde Lübnan veya Filistin bayrağı taşıması da ilk anda bana tuhaf geliyor. Ama bu önemsiz bir ayrıntı neticede… Gelgelelim ay-yıldız, elinden ulusal bayrağı düşürmeyenler için tartışmasız şekilde siyasi bir simge. Ama öyle olmamalı işte.
Televizyondaki bir itiş-kakış programında Sinan Aygün, Sırrı Sakık’ın göğsüne zorla Türk bayrağı rozeti takmaya çalışıyordu. O kadar anlamlıydı ki Sakık’ın cevabı: “Ben onu seve seve takarım, o bizim de kaç yüz yıllık bayrağımız. Ama şimdi takmayı reddediyorum çünkü bunu bana empoze ediyorsunuz”… Türkiye’ye dair o kadar çok şeyi özetliyordu ki o görüntüler…
Bugün de kimileri bazılarının “kafasına kakıyor” ulusal bayrağı. Halbuki o kadar da tarihsel ve tarihîyken ay-yıldız… 16. yüzyıldan beri evrimleşerek bugünkü halini almış, yani kökü 500 yıl öncesine dayanan bir sembol. Bu coğrafyada yüzlerce yıl beraber yaşamış halkların “bir aradalığı”na tanıklık etmiş bir simge. Ve dileyenin kendine Türk, dileyenin de Türkiyeli diyeceği demokratik bir Türkiye’de herkesin nötr sembolü olabilecekken, ayrımcılıkların aracı olması ne acı…
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home