Türkiye’de Sol’un Oy Potansiyeli / Burak Cop
Bu satırları yazmak üzere bilgisayarın başına oturduktan hemen sonra attığım başlığa baktım ve aklıma birkaç yıl önce izlediğim komik bir reklâm geldi. Satın aldığı etten memnun kalmayan bir vatandaş, alışverişi yaptığı marketin kasap reyonuna geri dönüyor ve ürünü iade etmeye çalışıyordu. Reyondaki palabıyık kasap ise buna pek yanaşmıyordu. Vatandaş çaresizce ısrar edince aldığı cevap şu oldu: “Pıtensiyel var o ette. Zorla sen onu”.
Tabii reklâmda konu edilen kokmuş etin “pıtensiyel”i ile Türkiye’de Sol’un oy potansiyeli arasında bir benzerlik kurmak istemem, gönlüm de elvermez buna, ama hepimiz biliyoruz ki aylar kalan genel seçime katılacak birkaç sosyalist partinin oy oranları yine yüzde 0.1 ile 0.6 arasında seyredecek. Üst üste korsanız yüzde 1’i bulabilirler belki. Oy toplamlarıyla bir Büyük Birlik Partisi ediyorlar yani, benzetmek gibi olmasın.
Sosyalistlerin çıkmazı
Ben şuna inanıyorum ki; Türkiye’de siyasetin figüranları olmaları hususunda yalnızca sosyalist partileri suçlamak, hele ki “Halka inemiyorlar, toplumsal muhalefeti bilmem ne yapamıyorlar, toplumda heyecan yaratacak talepleri bilmem ne edemiyorlar” gibi basmakalıp görüşler ileri sürmek haksızlık. Türkiye’de ÖDP, TKP, EMEP (ha bir de SDP çıktı bir süre önce, çok lazımmış gibi) gibi partilerin deyim yerindeyse güdük kalmasının temel sebebi mevcut seçim sistemi. Adı geçen ve benzerî partiler, öyle anlaşılıyor ki, yüzde 10 barajını aşıp mecliste sandalye kazanma şansları olmadığı için “Eh zaten TBMM dışında kalacağız. Bari seçime tek başımıza katılıp alacağımız oyu görelim” anlayışıyla hareket ediyor. Daha basit bir deyişle güçlerini birleştirme gibi bir zorunluluk hissetmiyorlar çünkü bunu yapsalar bile yine baraja takılacaklarını biliyorlar. Hâl böyle olunca ve her biri aslen 70’lerdeki falanca yahut filanca fraksiyonun devamı olan bu partiler “kabilecilik”ten de kopamayınca, marjinal kalmaya mahkum oluyorlar.
Hiçbir Avrupa ülkesinde sosyal demokrasinin solunda yer alan partilerin iktidar adayı olmadığı günümüzde (hani 50’lerin Fransası’nda yaşamıyoruz ki komünistler başa güreşsin), tutucu olduğu bilinen Türk toplumunun solcuların taleplerine heyecan duyacak bir kültürel altyapıya sahip olmaması da dikkate alındığında, sosyalistlerin meclise girebilmesinin ancak seçim sisteminin değişmesine bağlı olduğu görülüyor. Ama gelin görün ki ne yüzde 10 barajı kalkacak gibi duruyor, ne de karma seçim sistemlerindeki “dar bölgeden seçilenler haricindeki milletvekillerinin nisbî temsille belirlenmesi” uygulamasını hatırlatan “Türkiye Milletvekilliği” önerisi hayat bulacağa benziyor. Uzun lafın kısası, meclis kürsüsünde mesela bir ÖDP’li görmek yine başka bahara kalıyor.
Gelelim solumtrak partilere… Müsaadenizle DSP’yi geçiyorum. SHP hakkında ise ne söylenebilir bilemiyorum, zira “maya”sına ve örgüt yapısına bakıldığında ciddi bir sosyal demokrat parti izlenimi uyandıran SHP, kimi zaman milletvekillerinin epey milliyetçi çıkışlarıyla şaşkınlık uyandırıyor. Kaldı ki bu partinin kitleselleşememiş olması en azından gelecek seçimler için bir değerlendirmeyi gereksiz kılıyor, maalesef.
CHP: Büyük hayal kırıklığı
CHP hakkındaysa söylenecek o kadar çok şey var ki… 3 Kasım 2002’den beri benimsediği statükocu-devletçi-milliyetçi ve “mahcup AB karşıtı” tavrıyla Türkiye’de solcu, demokrat, hatta liberal kesimlere büyük hayal kırıklığı yaşatan CHP, 1950’den beri hiç olmadığı kadar tutucu bir görünüme büründü. Denilebilir ki İsmet İnönü döneminde bile böyle değildi bu parti: 50’leri sonunda siyasal özgürlükleri savunan ve 1959’da hazırladığı “İlk Hedefler Beyannamesi” 1961 Anayasası’na temel oluşturan, 60’larda ise Soğuk Savaş yıllarının öcüsü “sol” kavramını -öyle veya böyle- kitlelerle tanıştıran, CHP’ydi.
Ecevit’in “Düzen”e eleştirileriyle biçimlenen 70’lerde ise CHP, işçi sınıfının desteğini alarak, halkta umut uyandıran sol bir programa (hatta ‘söylem’e bile) sahip bir partinin Türkiye’de pekâlâ başa güreşebileceğini gösterdi. Türkiye’de sosyal demokratların Devlet’le göbek bağlarını hiçbir zaman kesemedikleri solcu kesimlerde yaygın bir eleştiridir, ama 1991’de Kürtlerin temsilcilerini TBMM’ye taşıyanın da yine dönemin CHP mirasçısı partisi olduğu unutulmamalı.
CHP son 4 yılda muhalefetini rejimin korunması, laikliğe halel gelmemesi ve “ulusal bütünlüğün” zarar görmemesi gibi temalara yasladı. Danıştay saldırısı gibi olaylardan topladığı enerjisini Tayyip Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmaması gibi şeyler için harcadı ve halen de harcıyor. Seçim sonrası koalisyon için MHP’ye kaçamak bakışlar atıyor. Bu esnada güya sosyal demokrat bir parti olmasına rağmen dönemsel popülist çıkışlar haricinde (onu dedem de yapar) toplumcu bir strateji geliştiremedi, özgürlükler lehine sesini yükseltmedi, dahası gün geldi TCK 301. maddeyi bile savunur gibi oldu. 50 yaş üzerindekilere ve yakın tarihe meraklı olanlara ilginç bir “Güven Partisi” nostaljisi yaşatıyor CHP. Gelecek seçimlerde ise ciddi oy kaybına uğrayacağı şimdiden belli zira Türk seçmeni 28 Şubat döneminin seçmeni değil artık; “Aman İslamcılar iktidara gelmesin, Baykal’a rağmen CHP’ye oy vereyim” demesi güç…
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home