Yeni Söz

26.9.07

Türban Meselesinde Yeni Söylem Şart / Özgür Mumcu


Hacıvat ve Karagöz’ün inatlaşmaları gibi, türban üniversiteye girsin, hayır efendim girmesin diyen taraflar birbirleriyle boynuz tokuşturadursun, türban sorununu daha geniş bir yaklaşımla ele almak gereği açık.
Osmanlı-Türkiye tarihinin batılılaşma macerası 19. Yüzyıl başlarından bu yana sürüyor. Bu macera filminde Yeniçeri-Esnaf-Ulema kısmı tutucu kötü adam rolünü oynarken, Bürokrat-Harbiyeli, devleti kurtarmaya çalışan kahraman rolünü üstlenmiştir. Günümüze kadar da kavga maalesef hala bu iki kesim arasında. Bu da belki bize ait öz be öz Türk malı sınıf çatışmamızdır, bu da ayrı bir konu.
Bu batılılaşma macerasının ana özelliği, batılılaşmanın bölük pörçük denenmesidir. Zaten meşhur “Batının ilmini alalım, kültürünü dışlayalım” bakış açısı da buradan çıkmaktadır. Mahçup batılılaşmamız, özellikle Tanzimat döneminde şahikasına ulaşacak şekilde, ikili bir müesseseleşmeyi de beraberinde getirdi. Laik mahkemelerle şeri mahkemeler, skolastik orta çağ medreseleriyle batılı eğitim kurumları aynı anda aynı toplumda yer aldı. İslamcı düşünürlerin örnek gösterdiği de buna yakın bir sistem. Tüm Medine Vesikası ya da Refah Partisi döneminin çokhukukluluk tartışmaları aslında, bu ikili yapının yeniden tesisi arzusunu taşımakta. Postmodern çok kültürlülük teorileriyle karıştırılmalarına aldanmamak gerek.
Küçük Mustafa’nın Şemsi Efendi mektebine girmesiyle değişen hayatı, ilkokul kitaplarında boşuna anlatılmamaktadır. Çünkü cumhuriyet, kısmi Batılılaşma fikrine nihayet son vermiş ve batılı eğitim kurumlarının, geleneksel islami eğitim kurumlarına üstün olduğu fikrini, cumhuriyetin kurucusu üzerinden dillendirmektedir. Tevhid-i tedrisat, tüm okulların Şemsi Efendi Mektebi’ne dönüşmesi hikayesidir.
Hukuktaki ikilik ise, dünyanın belki de ilk gönüllü reception hareketiyle, Batı devletlerinin kanunlarının benimsenmesiyle radikal bir biçimde kaldırıldı.
Osmanlı’nın yarım yamalak batılılaşmasının getirdiği ikili evren, Cumhuriyetle tekleştirildi. Hukuk ve eğitimde batılı esaslar hakim olurken, ulemanın dayanağı medrese ve şeriat mahkemeleri tasfiye edildi. Maçı, Asker-Bürokrat ekibi kazanmıştı. Bu ekibin de, bütünlükçü bir batılılaşmadan yana olmasından doğal bir sonuç akla gelemez zaten. Bürokrat batılı Galatasaray Lisesi, asker ise batılı Harbiye mezunudur. Yani Şemsi Efendi’nin mezunları, mahalle mektebinin talebelerini sosyal hayatın tanzimi konusunda mağlup etmişti. Ancak sayısal üstünlük mahalle mektebi mezunlarında olduğundan, cumhuriyetin eğitimde ikiliğe son vermesine rağmen, neredeyse her seçimde iktidara gelmeyi bildiler. Liderlerinin serüvenleri bir önceki yazıda kısaca incelenmişti.
Bu teklik-ikilik konusunun zaten herkese malum olan hikayesi kabaca böyle. Türban meselesi de işte bu hikayeyle yakından ilintili. Amaç batılılaşma ise, yani günümüzün değerleriyle batılı bir demokrasi tesis etmek ise, türban yasağını da içeren genel bir reform yapmak gerekiyor. Eğitim alanında, hakiki anlamda hem demokratik hem de laik bir sistem mümkün. Şu anda Türkiye’deki eğitim sistemi iki niteliği de taşımıyor. Victor Hugo “Reaksiyonerlik, fikri iflasın siyasi adıdır” der. Türban yasağına reaksiyoner bir şekilde yapışmak ve öneride bulunmamak reaksiyonerliktir. Eğitim düzenimizin dinle ilişkisinin sorunlu olduğu ortada. Bu sebeple, laiklik adına salt türban yasağını savunmak ya da demokrasi diye sadece üniversiteye türbanla girilmesinden yana olmak, çıkmaz sokaktır. Demokrasi bir karşılıklı ödünler düzeniyse, ödünleri belirli bir sistematik içerisinde tespit etmek icab eder.
Yazıyı çok uzatmamak kaygısıyla ve diğer yazarlarla beraber tartışmak ümidiyle naçiz fikirlerimi paylaşmak isterim:
Yüksek öğretimde türban yasağı, tüm mahalle baskısı kaygılarına rağmen kaldırılmalı. Çünkü asıl olan eğitim kurumunun niteliğidir. Kurumda verilen eğitimin demokratik ve laik ilkelere dayanması ana kaygı olmalı. Bunun yanında eğitim sisteminde Tanzimat dönemine benzer bir ikilik yaratan imam hatip liseleri de kaldırılmalı. Devletin liselerde din eğitimi vermesi izah edilebilir değil. Ancak dini duyarlılıkları yüksek şahısların özel liselerinde Milli Eğitim’in belirleyeceği ilkeler ve sürdüreceği denetim altında, din derslerinin verilmesi mümkün olmalı. İlköğretim okullarında bırakın zorunlu din dersini, seçmelisi de kaldırılmalıdır. Var olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenleri Kuran kurslarında görevlendirilmeli, isteyen veli çocuğunu okul saatleri dışında bu kurslara yollamalıdır. Söz konusu dersin ahlaka ve dinler tarihine ilişkin kısımları, hayat bilgisi ve tarih derslerinde işlenmelidir. İlahiyat Fakültesi kontenjanları ise imam ihtiyacına göre ayarlanmalı, tedrici olarak tüm imamların üniversite mezunu olması hedeflenmeli. Eğitimde tüm bunlar, topluca yani hiç biri göz ardı edilmeksizin gerçekleştirilmezse, türban yasağı tartışmalarının tozu dumanından geriye ne laiklik ne de demokrasi kalacak. Gerçi ne bu iktidarın bunları yapacağına ne de muhalefetin önereceğine inancım var. Darbe ve şeriattan bağımsız bir üçüncü yol için yeni siyasi önerilere ihtiyaç sonsuz. Yeni önerilerle siyasi fikir tarlasını işlemezsek, yeni bir dini ya da askeri darbeyle tarlanın zehirli bir nadasa bırakılma ihtimali var.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home