BAYKALmak ya da BAYKALmamak : Bütün mesele –sadece- bu mu ? / Ulaş Bayraktar
Bir gün siyasi sloganlar antolojisine girişilse ve mesela her siyasetçiye yönelik haykırışlar bir araya getirilse, Demirel’in « Kurtar Bizi Baba »sının, Ecevit’in «Umudumuz Ecevit »inin, Türkeş’in « Başbuğ Türkeş »inin, Bahçeli’nin « Devlet’in başına Devlet Gelecek »inin yanına « Baykal istifa » da eklenebilir sanıyorum.
Evet, yine bir seçim sonrası ve adetten olduğu gibi yine « Baykal istifa » nidaları memleketi çınlatıyor. Müzmin muhalifler ve başkan adayları tekrar sahnedeler. Öncelikle vurgulamalıyım ki, biraz kendine saygısı olan, mantıklı ve demokratik bir lider, CHP’nin yaşadığı seçim yenilgisini görür görmez herhangi bir çağrıya gerek kalmadan koltuğunu tereddütsüz terk ederdi. Bir sol parti lideriyle faşizmin ülkedeki en büyük temsilcilerdinden birini karşılaştırmaktan gerçekten utanarak, Ağar’ın tavrının Baykal’ı hiç mi düşündürmediğini merak ediyorum. Dolayısıyla, Baykal’ın istifasının gereklilikten öte, bir zaruret olduğunu teslim ederek gireyim yazıma.
Gelgelelim, Baykal’ın CHP’nin başkanlığından derhal ayrılması talebinin, Türk sosyal demokrasisinin yegane sorununun sadece bir kişisel liderlik problemi olmadığı gerçeğini gizlememesi gerekiyor. Düşünecek olursak, CHP’nin şimdiki haliyle başına yarın Mustafa Sarıgül, Hikmet Çetin, Hurşit Güneş ya da Fuat Keyman geçse Türkiye’nin sosyal demokrasi sorunu ne ölçüde çözülebilir ?
Sorunun, temelde partinin kurumsal yapılanmasına ilişkin yanlışlar, eksiklikler ve yozlaşmışlıklar olduğunu artık görmemiz gerekiyor. Bu örgütleniş sakatlığı, partinin herhangi bir alternatif politika önerememesine neden olduğu gibi, aynı zamanda Baykal’ın hala o koltukta oturmasını mümkün kılan faktördür. Efendim, tabandan Baykal’ın kalması yönünde büyük baskı varmış. Taban kim ; siz mi, ben mi ? Hayır, taban yerel parti teşkilatları yani Baykal sayesinde ya da en azından Baykal’a itiraz etmeyerek o mevkiilere gelmiş küçük Baykalcıklar. Bu tabanın Baykal’ın gitmesini istememesinden doğal ne olabilir ki ? Baykal’ın tasfiyesi durumunda yerlerinden olacak örgüt başkanları, delegeler, meclis üyeleri ya da belediye başkanları neden Baykal’ın gitmesini istesinler ? CHP içinde nasıl ve neden delege olunduğunu, partilerin yerel örgütlerinde kimlerin ve ne gibi motivasyonlarla yer aldığını, belediye başkanlarının nasıl bir yönetim anlayışını benimsediklerini göremeyenler tabii ki yadırgayacaktır Baykal’ın tavrını. Oysa görülmesi gereken, Türkiye sosyal demokrasisinin ne yazık ki, Baykal’a değil, gayet yozlaşmış ve bencilleşmiş bir parti kültürüne teslim edildiğidir.
Dolayısıyla, son seçim(ler)den çıkarılması gereken sonuç partinin bütünüyle yanlış örgütlendiği ve bu yanlış örgütlenme sonucu herhangi bir alternatif politika üretemeyecek bir siyasal ucubeye dönüştüğüdür. Bir sosyal demokrat parti, sonsuz ayak oyunları, nüfuz savaşları, delege pazarları ile bolca çıkar ve ayrımcılık gölgesinde oluşmuş bir parti yapısı ve en tabandan, partinin en üst mevkiilerine kadar ilmek ilmek dokunmuş himaye ve yanaşma ilişkileri ile ancak Kemalizmin kutsallaştırılmış mirası sayesinde bu kadar oy alabilir. Bu yapı ve ilişki ağlarının zirvesine kim oturursa otursun, kökten bir parti içi yapısal reforma gitmeden iktidarın adayı değil, heveslisi bile olamaz. Dolayısıyla, CHP’nin müstakbel başkanları üzerine bu kadar gürültü koparmadan önce, partinin kurumsal sorunlarına yoğunlaşmamız gerekiyor. Başka bir deyişle, partinin başında kimin olacağından çok, nasıl bir sosyal demokrat partiye ihtiyacımız olduğunu konuşmamız gerekiyor.
Bunun için öncelikle şu meşhur « Halk bize muhalefet görevini verdi » klişesini, « Hoca, beni dersten bırakmış » havasından çıkarıp, muhalefet işlevini ciddiye almak gerekiyor. Başbakanın kol saati, oğulların gemileri gibi kişiselleştirilmiş saldırılar yerine, daha yapısal sorunları, daha içerikli ve inandırıcı bir şekilde ele almak gerekiyor. Uzan’ın peşine takılıp, mazotun fiyatı, üniversite sınavının kaldırılması gibi popülist tuzaklara düşmeden alternatif üretebilecek bir sosyal demokrat söyleme ihtiyaç var.
Bunun için ana muhalefet partisinin hiç vakit kaybetmeden bir gölge kabine kurmasını ben zorunlu görüyorum. En azından temel hizmet bakanlıkları bağlamında görev verilecek partililer o alanda partinin gözcüsü, sözcüsü ve beyni olmalı. Bu gölge bakanların çevresinde oluşturulacak danışma konseyleri tarzındaki uzman kurulların yanısıra yerele inen bir parti teşkilatlanmasına gidilmeli. Kadın, gençlik gibi komisyonların yanına ve hatta belki yerine, başlıca sosyoekonomik alanlarda tematik yerel çalışma grupları kurulmalı ve bunlar konuyla ilgili yerelde karşılaşılan sorunlarla, geliştirilen çözüm önerilerini merkeze iletmekle sorumlu olmalı. Hatta delege sistemi de bu çalışma kurulları ile bütünleştirilmeli ve sadece bu faaliyetlere aktif olarak katılanların, partinin makro yapılanması ve politikalarında söz sahibi olması sağlanmalıdır.
Böylelikle, bir yandan partinin söylemi daha somut alternatif politikalar üzerinde kurgulanabileceği gibi, bir yandan da parti içi teşkilatın daha demokratik ve işlevsel bir yapıya kavuşması sağlanabilecektir. İktidarın güttüğü politikaların tabandaki somut sonuçları ve sorunlarını anında izleyip, buna hemen tepki verecek ve bu gözlemler ışığında kendi alternatif projesini geliştirebilecek bu yapılanma ile halka hitap edebilen bir sosyal demokrasi söylemi geliştirilebilecektir. Dahası, bir takım delege ağalarından kurtarılmış parti teşkilatı, daha demokratik ve liyakata dayalı bir sistem sayesinde çok daha etkin ve verimli bir şekilde çalışabilecektir.
Bütün bunların yapılabilmesi içi başkanın değişmesi gerekir mi ? Evet, kesinlikle ! Ama başkanın kişiliği buzdağının ancak görünen kısmı olabilir. Önemli olan yapısal dönüşümü sağlayabilmektir ki zaten bu değişimin gerçekleşmesi durumunda ne Baykal’ın istifasını dert etmemize gerek kalır, ne de Sarıgül’ün CHP’nin başkanlığına gelme ihtimalini.
3 Comments:
Bu yaziyi siteye yolladiktan bir gün sonra Baskın Oran'ın Radikal 2'deki yazısını okudum ve onun gölge meclis çalışmaları ile benim sosyal demokrat bir parti için önerdiğim örgütlenme modelinin birbirine çok benzediğini gördüm.
Çok saygı duydugum Baskın Oran'ın bu yöneliminde yine de beni rahatsız eden, böylesi bir çalışmayı populist sağın çok sık başvurduğu bir teknikle, kendi isminin gölgesinde yapıyor olması.
Ne kadar demokratik ve yenilikçi olursa olsun, böylesi bir yönelimin çok da sürdürülebilir olmayacağını düşünmeden edemiyorum ne yazık ki.
Başlıbaşına bir yazıyı hak eden konuyla ilgili bir not düşeyim istedim.
Ulas
SHP seksenlerde bir ara yanılmıyorsam gölge kabine işini denemişti. Sonuçları ne oldu hatırlamıyorum. Sevgili Ulas'ın bu sitenin ilk dönemlerinde CHP hakkında yazdığı üç yazılık dizi de bugünlerde tekrar okunmalı sanırım. Yerelden örgütlenme konusunda da daha ayrıntılı bir yazıyı Ulaştan rica etsek, iki ayağını bir pabuca sokmuş olur muyuz diye tereddüt etsem de, böyle bir yazı ufuk açabilir diye düşünüyorum. Özgür
-Baskın Hocanın "bağımsızlık takıntısı" ve kimseyi arkama almadan tek tek oy topladım söylemi rahatsız edici olmaya başladı. Solun genel hastalığıdır öne çıkan isimlerin kendini destekleyenleri ya da grubunu peşine takıp köşeye çekilmesi ve kendi kendilerine kumda oynamaları. Baskın Hoca'ya bu endişemi yazdım, bana verdiği cevaptan da hiçbir şey anlamadım. Politik bir dil kullanmış belli ki politikaya bayağı ısınmış. (Kendisine ben de çok saygı duyuyorum)
- Ufuk Uras diyor ki; "Baykal ile vicdan sahibi sosyal demokrat seçmeni ayırmamız lazım." Bu konuda herhangi bir iddiada bulunmamakla birlikte ciddi şüphelerim olduğunu söylemeliyim.
Duyduğum şüphe bugünlerde açıkça dillendirilen, üzerine toplantılar yapılan birleşik bir sol söylemine (ki yürekten destekliyorum) çomak sokmak da olsa, üzülerek görüyorum ki raydan çıkan sadece Baykal değil... Ulaş yazılarını ilgiyle takip ediyorum. Serhad
Yorum Gönder
<< Home