Yeni Söz

12.6.07

Ülkemin Sığ Gündemi / Sinan Altunç

Son zamanlarda yapılan tartışmalarda, üzerinde durulan konular kafama takılmış durumda. Devamlı aynı meseleler konuşuluyor. Ne kadar da sığlaşmış durumda Türk siyasetinin ve tabi Türk toplumunun fikrî faaliyeti. Tabi en azından kamuoyuna yansıyan yönüyle.
2007 yılına geldiğimizde, toplum kesif bir kutuplaşmaya mahkûm bırakılmış durumda. Gerçi, toplumun da yeni fikirlere yönelik pek talebi yok gibi görünüyor ya neyse.
Genelde 80 sonrası dönemin, toplumun politikaya karşı ilgisiz kaldığı, hatta politikayı kötü gördüğü bir dönem olduğu söylenir. Özellikle, 80 darbesini meşrulaştırmak için, mevcut kardeş kavgasının sona erdirildiği tezinin ileri sürülmesi, insanların kafasında, “ülkenin başına ne geldiyse politikadan geldi” fikrini yerleştirdi. Aileler, çocuklarına ilk olarak, politikayla uğraşmamalarını tembihler oldular. Hal böyle olunca, Ulaş’ın Ada’sına (ve tabi artık Umut’una da) tasvir ettiği bir düzen oluştu memlekette.
Nitekim, bu şekilde evrim geçiren toplumun seçtiği, benimsediği siyasetçilerin de farklı bir yapıda olması beklenemezdi. Bu seçilmişler de esaslı bir proje üretmekten olabildiğince kaçındılar. Gerçekleştirilenler sorunlara kısa vadeli hatta günlük çözümler olmaktan öteye gidemedi. Bununla birlikte, yapılanların yüzeyselliği anlaşılmasın diye de olabildiğince popülist söylemler üretildi. Bu anlamda toplumun hassas olduğu hususlar ısıtılıp ısıtılıp gündeme getirildi.
Ayrıca, kutuplaşan tarafların yaptığı tartışmalar bu kadar sığlaşınca, siyasi tarihimize altın harflerle yazılacak işbirlikleri de meydana geldi. Sol ve sağ kavramlarının altı hızla boşaltıldı. Kimileri bu durumu İdris Küçükömer’e atıf yaparak, kimileri de bu kavramların zaten modasının geçtiğini belirterek açıklamaya çalışıyor. Bana göre ise bu gayretler, yanlış olan gidişatın meşrulaştırılmasıymış gibi geliyor.
Sığ politikalar, sığ tartışmalar sonucunda, tarafların ileri sürdükleri argümanlar, çözülmeye muhtaç meselelere hal çaresi olmuyor. Tüm tartışmalar, laiklik-islamcılık, milliyetçilik-teslimiyetçilik, AB karşıtlığı-AB yandaşlığı, vb. şeklinde kısıtlı bir eksende yürütülüyor. Bu husustaki sıkıntım, 40-45 yıl öncesinde yaşanan tartışmaların çeşitliliği ile bugünküleri karşılaştırdığımızda daha net ortaya çıkıyor. Politikaya bu ölçüde yabancılaşma, beraberinde yüzeysel bir ifade özgürlüğü ortamını getiriyor.
Bu noktada, bu şekilde işletilen sürecin kimin yararına olduğu, kimin hanesine puan kazandırdığının tespiti önem kazandığını düşünüyorum. Bu değerlendirmeyi de, esas itibariyle AKP ve CHP (+DSP) bazında yapmak istiyorum.
AKP’nin seçmen kitlesinin esas itibariyle, eğitim seviyesi çok yüksek olmayan muhafazakarlardan meydana geldiği bilinen bir durum. Her ne kadar, liberal aydınlardan da azımsanmayacak ölçüde destek alsa da, partinin asıl hedeflediği kitle ilk belirttiğim. Bu yurttaşlar ise, kısa vadeli politikalar ile halinden memnun olan, uzun vadeli projeksiyonlarla ilgilenmeyen bir yapıya sahip. Nitekim, başbakanın çeşitli defalar gaf derecesine varan söylemlerine karşın, eleştirilere kendine has “delikanlı” üslubuyla cevap vererek, aleyhine doğması muhtemel olumsuz havayı dağıttığı ileri sürülebilir. Dolayısıyla da, Tuzla’da yazın ortasında bedava kömür dağıtmak, ramazanda iftar çadırları kurup yoldan geçenlere yemek vermek, kimi yurttaşlarımızı mutlu etmeye yetip de artıyor; e tabi bu memnuniyet de sandıkta oya dönüşüyor.
Ancak, AKP’nin oy kaynağı eğitim ve ekonomik durumu düşük yurttaşlar olmasına karşın, parti uzun vadeli planlarında bu kitleyi pek önemsemiyor. Bunun en güzel örneğini, 2002 seçimlerinden önce türban yasağını kaldıracaklarını ısrarla ifade etmelerine karşın, bu taahhütlerini yerine getirmemeleri oluşturuyor. Bir anlamda, iktidara gelmek için nabza göre şerbet veren parti, işbaşına geldiğinde başka yararlar gütmeye başlıyor. Bu anlamda ise, içeride büyük sermayenin (TÜSİAD), dışarıda ise AB ve ABD’nin (özellikle buralarda söz sahibi olan çok uluslu şirketlerin) taleplerine uygun bir siyaset yürütülmeye gayret ediyor. Bu noktada ise, adeta seçmen tabanının gözünü boyamak adına, kimi zaman cumhurbaşkanını halka seçtirmek gibi popülist tavırlar sergilemek, kimi zaman da terbiye sınırlarını zorlayan sözlerle muhaliflere saldırmak yolunun tercih edildiğini görüyoruz. Tabi en vahimi de, tabanın bunlara kanıyor olması.
CHP’de ise, görece eğitimli ve bu nedenle kolay kolay manipüle edilemeyecek bir taban olduğundan, CHP’nin her yaptığı özel bir incelemeye tabi tutuluyor. Sığ tartışmalarda, AKP’nin tuzağına düşmesi ise, CHP seçmenini partiden uzaklaştırıyor (bu noktada, AKP’nin tabanının bu kadar çok fire vermediğini söylemem gereksiz tabi).
Hal böyle olunca, CHP kendine başka çıkış noktaları aramaya başlıyor. Bir taraftan kan kaybını önlemeye çalışırken, diğer yandan “gün tek bir çatı altına birleşme günüdür” şeklindeki hamasi söylemlerle, halihazırda kaybettiği kanı, Kesici, Okuyan gibi, sağcı ve hatta aşırı sağcı adaylarla ikame etmeye çalışıyor. Bununla da kalmayıp, aslında hitap etmesi gereken, bir zamanlar Ecevit’i iktidara taşıyan ve ne yazık ki şu anda AKP’yi umut olarak gören sınıfı göz ardı ediyor. Kan kaybetmesinin sebeplerini araştırmak yerine, kısa vadeli çözüm olarak, kalesi olduğu bir bölgede seçmeninin önüne Kesici ile çıkabiliyor. Öte yandan, vitrin oluşturma sevdasına, kendisine yapılan çağrılara, sudan sebeplerle kulak tıkayabiliyor.
Sonuç olarak, AKP her ne kadar seçmenine verdiği vaatleri yerine getirmese de, politikaya yabancı ve hatta politikadan/politikacıdan hiç hazzetmeyen bu insanların gönlünü politika dışı yöntemlerle alabiliyor ve bu durum kimse tarafından garip karşılanmıyor; en azından bu partinin misyonunu bilenler garip karşılamıyor. Öte yandan, CHP, zaten AKP’ye kaptırmış olduğu işçi ve köylü seçmenin yanı sıra, göreceli eğitim sahibi kentli seçmeninin de taleplerini karşılıksız bırakıyor veya kendini sığ tartışmalara vererek, politika üretmeden işin kolayına kaçarak, birkaç hamasi sözle bu talepleri karşılayabileceğini zannediyor; netice itibariyle bu kesimi de kaybetme tehlikesi yaşıyor.
Ben de tekrar soruyorum: “Süregelen bu sığ tartışmalar kime yarar getiriyor sizce?”

2 Comments:

At 29/6/07 15:23, Anonymous Adsız said...

Bu sığ tartışmalardan kurtulmanın yolunun ne olduğunu da açık bir biçimde yazmak gerekmez mi? Bu benim işim değil, ben sorunsala değinmek istedim de diyebilirsiniz elbette ancak yenisöz.net okuyucuları zaten bu tarz sorunsalların farkında olan, CHP'nin görece eğitimli olarak addettiğiniz seçmeni kadar eğitimli diye düşünüyorum. Burada asıl söylenmesi gereken "yeni söz" nedir, buna işaret etmenizi de bekliyoruz.Ancak her defasında sadece ve sadece gündeme ilişkin olup bittileri anlatmakla yetiniyorsunuz. Bu aynı son 10-15 yıldır yapılan futbol yorumlarına benziyor. Tuncay topu aldı, sağdan atağa geçti ve top dışarda.İyi de maç analizi yapmayın bize, biz de sizin kadar, hatta kimimiz sizden çok daha fazla takip ediyoruz zaten gündemi, çıkış yolu nedir, yapılan hatalara bir daha düşmemenin yolu nedir, "YENİ SÖZ" nedir, biraz da bundan bahsetme zahmetine girseniz diyorum.

Saygılarımla

 
At 29/6/07 17:51, Blogger Sinan Altunç said...

Öncelikle yaptığınız eleştiri için teşekkür ederim. Her ne kadar çözüm önerisi getirmediğimi belirtseniz de, sizinle tam olarak aynı kanaatte olmadığımı söylemek isterim. Yazımda CHP'nin kendisinden umut bekleyen sınıftan uzaklaştığını yazmıştım. Buna göre, yapılması gerekenin, çok özet olarak, bu kesimin beklentilerine uygun politikalar geliştirmek olduğunu düşünüyorum. Nitekim, TÜSİAD vb. organizasyonlarla ve belli isimlerle bu kadar sıkı fıkı olunmaması gerektiğini söylerken de bunu kastetmiştim. Muhtemelen fikirlerimi iyi açıklayamamışım. Yapıcı eleştiriniz için tekrar teşekkür ederim.

 

Yorum Gönder

<< Home