Derdim Çoktur Hangisine Yanayım / Özgür Mumcu
İçinden Matruşka bebekleri gibi kriz üzerine kriz çıkan, tuhaf bir siyasi ortama girdik. Kutlu olsun. O kadar çok yazılıp çizildi ki bu konuda, aslında güneş altında söylenecek söz de kalmadı. Demokratik ve laik cumhuriyetimiz geldiği noktada artık ne demokratik ne de laiktir. Bu iki sıfattan da esintiler taşıyan ama ikisiyle de nitelendirmeyi hak etmeyen, garip bir memlekette yaşıyoruz. İçinde bulunulan durumun bir analizini yapmak hem zor hem de kolay. Zor, çünkü Türkiye’nin sistemsel ve toplumsal tüm sorunlarını ele almak gerekiyor. Kolay, çünkü tüm bu sorunların altında yatan bir tek kavram var. Otoriterlik.
Demokratik değil
Söylene söylene dillere pelesenk olmuş, lider sultası nedeniyle siyasi partiler demokratik bir yapıya sahip değil. Seçim barajı nedeniyle meclisin demokratikliği şüpheli. Hükümet iktidar azgınlığından mustarip. Muhalefet siyasi proje üreterek beceremediğini, taktik siyasi manevralarla yapmayı marifet saymakta.
Askeriye ise laikliği muhtıralarla koruyacağını sanarak, az gelişmiş demokrasimize darbe vurmakta çekinmemekte.
Laik değil
Okullarda devlet eliyle zorunlu Müslümanlık dersi veriliyor, imamlar devlet memuru. Meclis başkanı cumhurbaşkanına dindar olma koşulu getiriyor, başörtüsü devlet atamalarının neredeyse olmazsa olmazı haline gelmek üzere.
Ne o vakit?
Otoriter... İslamcısı, laiklik yanlısı her siyasi kesim, rakibi üzerinde kesin bir tahakküm uygulama arzusunda. Halk kitleleri meydanları doldurmuş, Anayasa Mahkemesi karar almak üzereyken muhtıra vermeyi, kim nasıl açıklayabilir? Darbe yapılacaksa, şeriat gelirse yapılır. Yok, adım adım geliyor diye bir kaygı varsa, onunla da Tandoğan’ı, Çağlayan’ı dolduran kitleler ilgilenmektedir zaten. Halk muhalefetinden rol çalmaktır askeriyenin yaptığı. Orduya ihtiyacı olmadan, insanların siyaset yoluyla iktidarı zorlayabileceklerini görmek acaba sadece hükümeti mi rahatsız etmektedir? Hiçbir halk denetimine tabi olmayan, laiklik konusunda 12 Eylül nedeniyle sabıkalı bir kurumun verdiği muhtıra, meydanları dolduranların sivilliğine, Anayasa Mahkemesinin tarafsızlığına da verilmiştir.
Otoriter... Hükümet, kibirli tavırlarla cumhurbaşkanlığı seçimini tek taraflı bir irade beyanına bağlamak istemiştir. Bu merkez sağın klasik hastalığı olan millet iradesi fetişiyle açıklanabilir. Arkaik bir demokrasi anlayışıdır bu, ana ilkesi de “oyun çoğunu alan düdüğü çalar, gerisine de nanik yapar” diye özetlenebilir. Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere yüksek yargıdan, özerk kurumlardan ve muhalefetten fazla hazzetmez. DP’den beri siyaset anlayışı budur.
Başbakan Erdoğan’ın, cumhurbaşkanını halk seçsin hamlesi de aynı eksendedir.
Çıkış yolu basit. Batı tipi demokrasi. Yani askerin durumdan vazife çıkartmadığı, iktidarların millet iradesinin ardına saklanarak diktatörleşmediği, muhalefetin de siyasi proje ürettiği bir rejim. Bizim memlekete daha uğramadı bu rejim. Uğrar mı? Şayet cumhuriyet mitingleri, darbeye de karşı olduğunu daha gür bir sesle haykırır, hükümet başkanlık sistemine bir ayda kimseye sormadan geçmek yerine diyalog yolunu seçer, muhalefet kilit değil anahtar rolünü üstlenir ve ordu da susarsa belki… Kırk yıllık Yaniler, bu olmazsa memleketi kaybedeceğimize kani olurlar mı? Soru budur, cevabı da henüz yoktur.
Ama ölülerini anmaya gelenleri tüfek dipçiğiyle saatlerce döven bir ülkede yaşıyoruz hala. Otoriterlik geleneğinin kırılacağı yok. Bu kırılma olmazsa da, yukarıda belirtilen sebeplerden ötürü ne demokrat ne de laik olmak mümkündür. O polis tüfeğinin dipçiği, rejimimizin niteliğini de belirliyor.
1 Comments:
Yazınızın içeriğindeki pek çok kısma katılıyorum. Özellikle "milli irade fetişi" ve "muhalefetin program yerine taktik manevralarla oy çalma isteği" güzel tespitler. Yalnız bütün sorunlarımızın otoriterlikte düğümlendiği fikrine genel olarak katılmıyorum. Toplumumuzun henüz çağdaş demokratik bir sistemi yürütmeye uygun ekonomik ve zihinsel yapıya sahip olmadığı düşünülürse otoriter anlayışların palazlanışını engellenmek sanıldığından çok daha zor ve sorun vermeyecek bir çabadır. Klasik halk küçümseyici radikal ulusalcı tavrından nefret ederim ama ne yazık ki bizim gibi "gelişmekte olan ülke" halkları kendisi için neyin yararlı olacağını bilmez. Örneğin Kaz dağlarının ırzına geçildiğinde temiz su bulmakta sıkıntı çekebileceğini, çok uluslu şirketler lehine çıkarılan garabet kanunların, kendi tarımını, çevresini, sosyal güvenlik koşullarını yerlebir edeceğini düşünmez. Halkın aleyhine olan ne kadar yasa varsa onlara imza atan hükümeti alkışlayıp sandığa oyunu, çoğu da kapitalist uyuşturuculuğun simgesi durumunda olan "vatan elden gidiyor, din elden gidiyor, müslüman, milliyet, ülke, bayrak, ezan, türban, laik" gibi gazlamaların etkisinde atar. Otoriterlikten hazetmediğinize dair bir yazı yazmışken keşke çözümü de verseydiniz. Çünkü otoriterlikten hazetmeyen iki çözüm yolundan birini seçmek zorundadır. Birincisi, çoğu zaman ters tepecek kadar anlamsızlaşan vatan, millet kavramlarının tekrarına dönük ezberci bir eğitim yerine evrensel ahlaka sahip "birey" yetiştirebilen bir eğitimi uzun döneme yayıp halkı demokratik temelde dönüştürmek. Ya da AB'ye uyum, küreselleşme, serbest piyasa ekseninde her şey zaten yerini bulur, toplumu dönüştüren en iyi ilaç ekonomik istikrardır deyip daha edilgen biçimde bekleyip bugünün ve geleceğin demokrasilerine onay vermek.
Yorum Gönder
<< Home