Yeni Söz

19.3.07

Beşiktaş solculuğu/ Burak COP

2002 yılı Nazım Hikmet’in doğumunun 100. yıldönümüydü. Türk şiirinin bu gelmiş geçmiş en büyük ustalarından birinin anılması elbette ki beklenen, olağan, dahası gerekli bir şeydi. Ancak sanki bu yâd etmenin ayarı biraz kaçmış mıydı ne… Gazeteler, dergiler, televizyonlar Nazım Hikmet’ten geçilmiyordu. Üstelik bu, yıllar süren bir sessizlik ve kayıtsızlığın ardından gelen bir “yeniden keşfetme” de değildi esasen. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Türk devleti zaten Nazım’la (haliyle) tek taraflı barışmıştı. Yasaklılıktan çıkmıştı büyük şair. Öldükten yaklaşık 30 yıl sonra dahi olsa, halkına kavuşmuştu 90’ların başında. Bilinmezlik yerini önce tanımaya, sonra sevgiye bırakmıştı. Ama yine de o 2002 yılı nedense Nazım Hikmet’in sürekli kafalara kakıldığı, dillerden düşmediği, insanın içini baydığı bir sene oldu. Bu sıkıntılı sürecin başrol oyuncuları, tahmin edileceği üzere solculardı. Mustafa Suphi’den 12 Eylül’e, modern Türkiye tarihinin müzmin “kaybedenleri” yani. Katliamlarla, cinayetlerle, işkencelerle, darbelerle, halktan destek görememelerle, seçim sandıklarına gömülmelerle geçen uzun yılların hesabı Nazım üzerinden mi görülüyordu acaba? Bir büyük yenilgi “Nazım zaferi”yle telafi ediliyordu sanki. Bu coğrafyaya bir türlü hâkim kılınamayan değerler, işin kolayına kaçılarak “Nazım-mania” üzerinden yeniden üretiliyordu. Ya da üretildiği yanılsamasına kendini kandırırcasına kapılıyordu insanlar. Biraz da “psikolojik rahatlama” vesilesi olarak belki de…


Bugün de benzeri bir “solculuğu yeniden üretme yanılsaması” Beşiktaş kulübünün taraftar grubu Çarşı üzerinden yapılıyor. Tamamen aynı saiklerle, aynı komplekslerle ve aynı ruhsal durum içinde. Ve en az Nazım vakasındaki kadar hatalı, yersiz biçimde.


Kurulu düzene eleştirel yaklaşma iddiasındaki aydınların, Türk futbolunun üç kurumsal oligarkından birini ‘sol’la bağdaştırması gerçekten incelenmeye değer. Beşiktaş’ın üç büyüklerin en küçüğü olması, bu kulübün “renkli” rakiplerine oranla “iktidar”dan (burada iktidar derken hükümeti falan değil, tahakküm ilişkilerinin gerisinde bulunan ve Michel Foucault’nun tespitiyle “her yerde” olan iktidarı kastediyorum) daha uzakta durduğu algısına yol açıyor, tamam. Buna lafım yok. Ama milyon dolarlık transferleri, yüz binlerce dolarlık sponsorluk anlaşmaları, şirketleşmişliği, borsadaki hisseleri, televizyon kanalı ve saire ile kapitalizme tartışmasız biçimde eklemlenmiş bir “şirket”ten solculuk devşirmek de neyin nesi? Türk futbolundaki kirlenmişlikten “renkli” rakipleri, ligin figüran takımları, Türkiye’deki futbol yönetimi ve medyadan daha az nasiplenmemiş bir kulübü ‘sol’la bağdaştırmak… nasıl ve neden? “Eski ülkücü” bir suç örgütü liderinin kulübe kanca atmışlığı ortaya çıktığında ve bu durum “şampiyonlukta hiç mi payımız yok?” sorusuna muhatap olan bir menajerin istifasından gayri bir sonuç üretmediğinde, bu tutumun anlamsızlığı ortaya çıkmadı mı?


Bu noktada belki şu söylenebilir; “biz bir tüzel kişilik olarak BJK’yı değil, Çarşı örgütlenmesini ‘sol’la ilişkilendiriyoruz”. Ama gene de havada kalan bir şeyler var. Beşiktaşlı olmamama rağmen, ailemin anne tarafının takımı olmasından ötürü belli bir sempatim var bu kulübe. Çarşı’ya ise bilhassa sempati besliyorum zira İspanya’da ırkçı saldırıya uğrayan Afrikalı bir futbolcuyla dayanışmak, milliyetçilerin öfkeden kendilerini kaybettikleri bir dönemde “Nobel’i alkışlamak”, nükleer santrallere muhalefet etmek; kabul etmek gerekir ki Türkiye’ye bol gelen güzellikler. “Hepimiz Plüton’uz” gibi incelik ve zeka ürünü pankartlar da cabası. Öte yandan şu da bir gerçek ki, Türkiye’nin bütün stadyumları 90’lardan beri milliyetçiliğin hem tezahürlerine sahne oluyor, hem de her seferinde yeniden üretildiği ortamlar teşkil ediyor. Ve İnönü Stadı da ne yazık ki bunun bir parçası. Hrant Dink’in ölümünden sonraki ilk maçta “hepimiz Ermeniyiz” pankartının indirilip “hepimiz Türküz”ün asıldığı yerdi İnönü. “Peki senin takımının stadında işler nasıl?” diye sorarsanız, hiç sormayın derim, zira bugüne kadar sayısız defa “ya Allah bismillah”lı tezahürat işittim kurt işareti yapan vatandaşlardan…

Beşiktaş semtinin bir orta sınıf muhiti olması, seçimlerdeki tercihleri itibariyle sosyal demokrat eğilimi ve Perihan Abla dizisinden kalma, pre-kapitalistik bir “mahallelilik” ve “delikanlılık” kültürü; Çarşı’nın ‘sol’la ilişkilendirilmesine yol açıyor. Ama gelin görün ki bu -maalesef- bir yanılsamadan ibaret. Teşbihte hata olmaz, devlet kapitalizmini sosyalizm zannedip KİT’leri savunmak gibi bir şey bu. Hele hele, ola ki bir tüzel kişilik olarak BJK’yı ‘sol’la bağlantılandıran varsa, kendilerine akıl-fikir dilerim. “Yok o öyle değil ama Çarşı öyle” diyen varsa da, “keşke” der gülümserim…

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home