Laiklik ve Türkiye’nin Geleceği üzerine Konuşmak / Özgür Mumcu
Mehmet Ağar ile Yaşar Büyükanıt arasında patlak veren tartışma, bilmem artık kaçıncı defa asker-siyaset ilişkilerini gündeme getirdi. Ağar’ın geçmişi, PKK, Kuzey Irak, af, DTP, ABD, askerin siyasete müdahalesinin meşruluğu, laiklik, cumartesi anneleri derken, memleketteki her tartışma gibi bu da yavaş yavaş insanların takip etmekten usandığı bir karmaşaya dönüştü. Bu tartışmanın, “derin” tarafını ilgilendiren yanını Mehmet Kancı’ya, siyaset bilimsel yanını Ulaş Bayraktar’a tevdi etmekte fayda görüyorum. Bu noktaları benden daha iyi aydınlatacakları kesin. Ben müsaadenizle işin duygusal yanından bahsetmek istiyorum. Yani tüm bu tartışmanın bende yarattığı hislerden dem vurmak. Bu sitenin genel karakterine pek uymuyor belki, ama pek tutamadım kendimi, af ola.
İnsanlarla kurumlar birbirilerine benzer bazen. Hele o kurumun hamurunda disiplin ve emir komuta zincirinin kırılmazlığı varsa. İnsanların hatalarıyla yüzleşmesi zordur. Artık, organik bir kimliğe sahip olmuş kurumların da. İnsanlar, hareketlerinin temelde iyi niyetli olduğunu savunur, ve ortalıkta kötüye giden bir şeyler varsa, müsebbibi başkalarıdır. Hele hassas ergen çocuklar için bu neredeyse genel kuraldır. Demokratik bir ülkede, kurumların kendilerini sorgulamaları ve geliştirmeleri için yolların bulunduğu ve bu yolların işlediği varsayılır. Dolayısıyla, kurumların ergen bir çocuğun gerginliğiyle hareket etmesi ne arzu edilir ne de ümit. Ağar, “benim hükümetimde asker konuşmaz” diye çıkışınca, Büyükanıt, "Ben Türkiye'nin geleceği, rejimin laik yapısıyla ilgili olarak konuştum. Bu başlıklar hakkında konuşmanın iç siyasetle bir ilgisi yok. O zat iktidarda olsa da biz bu konuları konuşuruz." diye tepki gösterdi. “Laiklik ve Türkiye’nin geleceği” iç siyaset konusu değilse, herhalde bir tek tütün alım taban fiyatı ile KDV oranı kalıyor iç siyasetin hesabına. Bu arada Ağar’ın askerin en çok konuştuğu dönemlerde bakanlık yapmakta sakınca görmediğini de ifade etmekte yarar var.
İmdi, Ağar’ı bir tarafa bırakalım. Onun günahlarına başka vakit eğiliriz. Ama paşalara sorulacak bir kaç soru var. Türkiye’nin laik yapısını savunurken hatırlarlar mı Kenan Paşa’nın din derslerini zorunlu hale getirdiğini. Yine aynı Kenan Paşa’nın halka yaptığı her konuşmayı ayetlerle, hadislerle süslediği vakitler, bugünün paşaları aynı ordunun mensubu değil miydiler? Rabıta ül İslam örgütü yurt dışındaki imamların maaşlarını ödemesi kararının altına imzayı Necmettin Erbakan mı Kenan Paşa mı attı diye sormazlar mı kendilerine? Tüm bunları sivil bir siyasi iktidar yapsaydı tepkileri ne olurdu diye bir tek defa bile gelmez mi akıllarına?
Türkiye’nin geleceği sağlam temellere bağlansın diye ümit ederken ve uğraşırken bunun için, içleri sızlamaz mı hiç. Türkiye’nin en idealist, en akıllı en yürekli gençlerinin hapishanelerde işkence tezgâhlarından geçirildiğini, idam edildiğini, bir daha seslerini çıkartamayacak şekilde bastırıldığını unuttular mı yoksa hiç umursamadılar mı? Diyarbakır hapishanesinde yaşananların, dağ Türkü teorilerinin yazıldığı kitapçıkların, PKK’yı güçlendirip, güçlendirmediğini sorgulamazlar mı asker cenazelerinde saf tutarken? “Tam bağımsız Türkiye” diye haykıran gençler asılırken ses çıkarmayanların, bugün emperyalizmden hangi yüzle şikâyet edebileceği, Anıtkabir özel defterini imzalarken mesela gelmez mi akıllarına. Darbeci generaller, emekliliklerinde şirketlerin yönetim kurullarına üye olurken, beyinlerini sermayeye değil bilime adayanlar hapse atılırken neden diye sormayanlar, bugün üniversiteyi savunurken hiç mi anmazlar askeri hapishanelerde tuvalet temizleyen, avlularda buz kıran profesörleri? “Türkiye’nin geleceği”nin çoraklaşmasında, güven vermemesinde “Fikirler, cebir ve şiddetle, topla ve tüfekle öldürülemez » diyen siyaseti üniformasız yapan biri adına yapılan darbeler rol oynadı mı diye geçmez mi içlerinden bir 19 Mayıs’ta.
Laiklik ve Türkiye’nin geleceği üzerine konuşsun paşalarımız. Ama bu ikisinden de geriye kalanlar hızla azalırken geçmişte ne yaptıkları üzerinde de konuşsunlar. Basit bir asker düşmanlığı değil maksadımız. Her insan gibi, her kurumun da bir ara hayat muhasebesi yapması gerektiği düşüncesi bunları yazdıran.
Bir de nedense, laiklik ve Türkiye’nin geleceği üzerine konuşurken bunlar geliyor aklıma.
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home