Yeni Söz

21.6.06

Mağdurum, mağdursun, mağdur / Özgür Mumcu

“Mağdurum, hâkim bey”, memleket olarak olmayan bir hâkime sürekli surette halimizden şikâyet eder durumdayız sanki. Bir devlette, toplumu oluşturan kesimlerin hepsinin her şeyden tatmin olması elbette beklenmez. Kaynaklar kısıtlı, arzular sonsuz olduğu sürece, toplumsal kesimler arasındaki mücadele siyaseti belirleyecektir. Tersi durum, yani toplumun tüm kesimlerinin eş zamanlı memnuniyetine, söz konusu memnuniyet samimiyse ancak cennette rastlayabiliriz. Sahte bir memnuniyet gösteriliyorsa, baskıcı bir rejimin korkusundan kimse konuşamıyor demektir.
Türkiye bir cennet değil, rejim de çok baskıcı olmasa gerek, sahte bir memnuniyet ifadesinden de bahsetmek memnun değil. Fakat memleketteki müşteki ruh hali, her makul devlette rastlanması doğal olan, sınıflar arası çıkar çatışmasına dayanmamakta. Toplumdaki siyasi görüşlerin temsilcilerinin üzerlerinde birleştikleri belki de tek nokta, kendilerini mağdur hissetmeleri.
Mağdurların en eskilerinden biri sol. Halk tarafından fazla itibar görememekten, askeri darbelerle tırpanlanmaktan, neredeyse hiç iktidara gelememekten şikâyetçi. “Yorgun demokrat” adını verebileceğimiz bir ruh halinin umutsuzluğu ile gün geçtikçe içine kapanıp ekşileşmekte.
Başka bir mağdur ise Kürtçü siyasi akım. Kürtlerin baskı görmesi, siyasi partilerinin sürekli kapatılması, uzun yıllar süren olağanüstü halin yarattığı ortam ve PKK ile bulanık ilişkilerinden kaynaklanan sürdürülmesi zor bir mağduriyetten muzdaripler.
İslamcı siyasi görüş ise, dinin mistik tarafının da verdiği bir ilhamla, mağduriyet yarışmasında ilk sıralara oynuyor. Hükümeti tek başına ele geçirmelerine rağmen çektikleri zulüm bitmedi. Ne Ayasofya camii oldu, ne türban yasağı kalktı ne de İmam Hatiplerin önü açıldı. 28 Şubat’ın gölgesini üzerlerinde hissetmeye devam ediyorlar. Kendilerini hâla memleketin “zenci”leri olarak nitelemeleri, içinde bulundukları ruh halinin göstergesi.
Merkez sağ, kağıt üzerinde en az mağdur olması gereken siyasi hareket. Son 55 yılın hükümetlerinin ezici çoğunluğunu Demokrat Parti ve takipçilerinindi. Ama onların da 27 Mayıs’tan başlayan bir mağduriyetleri var. Efsane başbakanlarının idam edilmesi, Demirel hükümetlerinin askeri darbelerle bertaraf edilmesini unutmak ne mümkün.
İkinci cumhuriyetçi, liberal aydın hareketinin de mağduriyetleri say say bitmez. Andıçlandılar, konferans düzenlemeye kalkıştılar saldırıya uğradılar, ne deseler “Türklüğe hakaretten” kendilerini hâkim karşısında buluyorlar. Devamlı vatan hainliğiyle suçlanmaları da cabası.
Ülkücüler, 12 Eylül’ün ardından ifade ettikleri gibi, “kendilerinin hapiste, fikirlerinin iktidarda olmasının” şokunu atlatamadılar. Başkalarının çıkarları için tetikçilik yapmayı önce ideolojik sonra da mafya temelli devam ettiler. Hala iyi niyetle siyaset yapmaya çalışan kadroları; AB gerçeği karşısında afallamış, ümidini dönemsel milliyetçi tepki oylarına bağlamış bekliyor.
Kemalist sosyal demokrat kesim de az acı çekmedi. “Karşı devrime” karşı duramadılar. Hükümetlere cılız ortaklık sağlamaktan fazlasını başaramadılar. Önemli temsilcilerini karanlık fail-i meçhul cinayetlerde yitirdiler. Yükselen siyasal islama tepkiden zaten çoktan kaybettikleri sosyal taraflarından sonra; demokrat taraflarını da yitirmeye başladılar.
Tüm bu mağduriyet hali, devlet idaresinin her yakalayanın öfkeyle kadrolaşmasına, iyice umutsuz hale gelenin devlet idaresi içerisinde çeteleşmesine, buna fırsat bulamayanın teröre başvurmasına yol açıyor. Her siyasi akım, haksızlığa uğradığı düşüncesiyle, eline geçen her fırsatta kendisini haksızlığa uğrattığını düşündüklerine karşı acımasız tedbirler almaya çalışıyor. Sonuç olarak birbiriyle uzlaşması zor parçalara bölünmüş bir siyasi ve idari yapıyla karşılaşıyoruz. Tüm bunların nedenini üretim ilişkilerimizin çarpıklığına bağlasam, acaba dinozor bir Marksist olarak damgalanır mıyım acaba? Neyse, yakın tarihin en büyük mağdurudur kendisi ne de olsa.
Siyaset bilimci arkadaşlarımın mazur görsünler, çok da bilmediğim konularda biraz at koşturayım dedim. Her ne kadar sürç-i lisan ettiysem affola.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home