Türban Asla Sadece Türban Değildir / Özgür Mumcu
İstenildiği kadar türban halkın sorunları arasında öncelikli bir sırada değildir densin, türban sorunu gündemimizin olmazsa olmazı haline gelmiş durumdadır. Danıştay cinayetinden, AKP’nin atamalarına; cumhurbaşkanlığı tartışmasından, üniversitelerdeki türban yasağına her an karşımıza çıkan bu konu, herkesi bir şekilde taraf olmaya itiyor. Ancak, ülkemizde sıklıkla görüldüğü üzere, türban tartışmasını bir simgeye kilitlenmenin zihinsel tembelliği içinde yürütmekteyiz.
Yükseköğretimdeki türban yasağı, türban sorunun en can alıcı noktası. Hem geniş kitleleri etkiliyor, hem de bir yetişkinin belirli bir kamu hizmeti almasını kıyafet koşuluna bağlıyor. Sorunu hak ve özgürlükler düzleminde çözme çabası ise, İslami kesim açısından, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Leyla Şahin kararıyla suya düşmüş vaziyette. AKP’nin son zamanlardaki hırçınlığını buna bağlayanlar da haksız sayılmazlar. Türk mahkemelerinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihadına bakıldığında, türban yasağının sebepleri ana hatlarıyla iki noktada somutlaşıyor. Birincisi türbanın kadın erkek eşitliğine aykırı olması, ikincisi ise yine aynı mahkemenin Refah Partisi kararında da belirttiği gibi Türkiye’nin kendine özel şartları. Evet, meşhur “Türkiye’nin kendine özgü şartları” gerekçesini AİHM de kullanmaktan çekinmemektedir. Nedir mahkemeye göre bu özel şartlar? Mahkeme kısaca demektedir ki, “Türkiye’de toplumun tümüne kendi dini simgelerini ve dini kurallara dayalı toplum tahayyüllerini dayatmak isteyen aşırı siyasi hareketler akımlar bulunmaktadır.” Türban ise bu akımın bir simgesidir, dolayısıyla Türkiye’de köktendinciliğe karşı demokrasiyi koruma kamusal çıkarı, bireyin üniversitede dini inanışını ifade etme bireysel çıkarına üstün gelmektedir.
Yani bu bakış açısıyla, türban yasağı, özgürlükleri kısıtlayıcı baskıcı bir idarenin değil, aksine hürriyetperver bir idarenin ürünüdür. Türban takanlara zulüm olsun diye değil, takmayanları ileride karşılaşabilecekleri olası baskılardan sakınmak için getirilmiş bir yasaktır söz konusu olan.
Bu noktada yanıt bulmamız gereken iki soru ortaya çıkıyor. Birincisi, türban takmak gerçekten “toplumun tümüne kendi dini simgelerini ve dini kurallara dayalı toplum tahayyüllerini dayatmak isteyen aşırı bir siyasi hareket”i mi simgelemektedir? Şayet öyle değilse, aksini ispat etmek kime düşmektedir? İkincisi ise köktendinci hareketler, türban yasağının kalkması olasılığında gerçekten türban takmayanları ya da oruç tutmayanları baskı altına alabilecek kuvvette midir? Özellikle taşranın muhafazakâr şehirlerinin üniversiteleri açısından bu soru daha da önem kazanmaktadır. Bir de aslında sorulması acı olan bir üçüncü soru var. Şayet köktenci hareketler bu raddede kuvvetli iseler, türban yasağı ne kadar sürdürülebilir ve belki de daha önemlisi, bu hareketlerin üniversite dışında “toplumun tümüne kendi dini simgelerini” dayatmalarının önüne nasıl geçilir?
Denebilir ki dinî duyarlılıklar üzerinden siyaset yapanlara bu konularda sorumluluk düşmekte. Pozisyonlarını yukarıda bahsedilen soruları aydınlatacak şekilde açıkça belirlemeleri herkese yardımcı olacaktır. Türban yasağını savunan kesimlerin de, Türkiye özürlü bir ülkeymiş gibi özel şartları nedeniyle insan haklarının kısıtlanmasına cevaz verilmesiyle yetinmemesi arzu edilir. Dileriz ki toplumun neden muhafazakârlaştığını anlamaya çalışan ve bunun önüne geçmek için yasaklara bel bağlamayan bir siyasi hareket iyimser bir hayal olarak kalmaz. Yoksa dar alanda kısa paslaşmalara devam ederiz.
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home