Ortadoğu’da Söz Sahibi Olmak / Özgür Mumcu
ABD’nin Irak’ı işgaliyle başlayan, İsrail’in Lübnan’a saldırısıyla iyice karmaşıklaşan süreçte, matbuatımız da mutad celallenmesinden örnekler sunmaya başladı. Turgut Özal’ın birinci Körfez Savaşındaki bir koyup üç almak siyasetini andıran yaklaşımlara zaten, birinci tezkere tartışmalarında bolca rastlama imkânımız olmuştu. Şimdi ise; Kuzey Irak’ta Kandil dağına müdahaleyi açık ya da mahcup savunan kalemler kamuoyunu etkileme niyetinde. Uyuşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesi ilkesine bağlılık ve savaş karşıtlığı; kör bir romantizm şeklinde değerlendirilmekte nicedir. Aksine, kısmi izolasyonist ve müdahaleden uzak bir dış siyaset güdülmesinin içinde bulunduğumuz dönemde ülke çıkarları açısından önemini gözeten, pragmatik bir yaklaşımdır söz konusu olan.
Bahsettiğimiz müdahaleperver akımla kol kola giden, Ortadoğu’da söz sahibi olma saplantısı ise sıklıkla karşılaşılan popüler bir söylem. Muhteviyatı muğlâk bir söz hakkı kavramı peşinden; Hamas’la görüşmek, İran’ın nükleer silah sorununda arabuluculuğa kalkışmak, Lübnan krizinde, Hizbullah’ı açıkça kınamadan ani tepkiler vermek gibi gariplikler sergilenmekte. Bütün bunlar ise, bir yandan PKK-Kuzey Irak bağlantısıyla milliyetçiliği, Lübnan-Filistin’de aktif diplomasiyle Osmanlıdaki emperyal büyüklük hissini okşayarak kamuoyunu etkilemekte ve popülist matbuata malzeme vermektedir.
Birbiriyle ilgili ve büyük Ortadoğu sorunun parçaları olan Kuzey Irak ve Lübnan sorunlarını son derece soğukkanlı bir şekilde ele almazsak, bölgede açılan fay hattından içeri düşmemiz işten değil.
Önce şu Kandil dağı meselesini ele alalım. Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51. maddesinde bulunan meşru müdafaa hakkını, Kuzey Irak’a bir müdahale için kullanabileceğimiz konusunda devlet yetkilileri ve basın mensupları arasında kesin bir mutabakat var gibi gözükmekte. Gelgelelim, durumun hukuki bir analizi maalesef böyle bir müdahalenin 51. madde kapsamına girmeyeceğini açıkça ortaya koymakta. Bu yazı kapsamında uzun uzadıya bahsetmenin elbette imkânı yok. Ancak özetle denilebilir ki, söz konusu hak, salt bir devletin silahlı bir saldırısı karşısında, o saldırıyı bertaraf etmek için kullanılabilir. PKK bir devlet değildir. Bir takım paramiliter örgütlere karşı kullanılabilmesi için, bir devletle o örgüt arasında özlü bir bağlantı olması aranır (Afganistan-Taliban bağlantısı gibi). Salt lojistik destek vermek bu kapsamda sayılmaz. Yani kamuoyu meşru müdafaa konusunda yanıltılmaktadır. Olası bir müdahale hukuka uygun olmayacaktır. Kaldı ki, Irak’ta yeni kurulan hükümet ile ABD arasında akdedilmiş andlaşmalar uyarınca, Kuzey Irak’a yapılacak bir operasyonda ABD güçleriyle karşı karşıya kalmak kuvvetle muhtemeldir. Bunların hepsi göze alınsa bile, sadece hava bombardımanıyla PKK’nın kökünü kurutmak ham bir hayaldir. Uzun zaman alacak askeri bir işgal ve bölgede etkin bir askeri kontrol gereklidir ki, nüfusun pek de dostane olmadığı yörelerde sonuç genelde başarısızlığa mahkûmdur. Bunu bizde de yetkililer bilmektedir sanırım ve müdahale tehditlerimizdeki amaç kamuoyunun gazını almaktır. Fakat gaz alalım derken, gaz vermek de mümkündür ve sonuçları iyi değerlendirilmelidir. PKK ile mücadelede, istesek de istemesek de Irak otoriteleriyle işbirliğinde bulunmak zorundayız. “Daha düne kadar bize muhtaç kabile şefleri” söylemi de yine kamuoyunun gazını almaya yöneliktir, milli çıkarlarımıza uygunluğu tartışılır.
Lübnan olayları ise öylesine karmaşık ki, anlaşmazlığın tarihi iyice çalışılmadan yapılacak her hamle, hem anlaşmazlığı daha da karıştıracak hem de Türkiye’yi bir batağa sürükleyebilecek niteliktedir. Bölgede söz sahibi olacağız diye; telefonlara sarılmak, Hamas’la gizli kapaklı görüşmeler tertip etmek; önce bunları yalanlamak sonra itiraf etmek, İsrail’e köpürürken, Hizbullah’ın işlediği savaş suçlarını görmezden gelmekse şayet derin strateji kavramı, aman daha da derinleşmeden biran önce kendisinden vazgeçelim. Allı pullu, Ortadoğu’da söz sahibi olacağız ifadesi ne demektir? Lübnan’daki olası bir iç savaşta söz sahibi olmakla ne kazanacağız? Ya Filistin’deki sınırların belirlenmesinde katkımız olunca ne elde edeceğiz? Irak’ın devlet yapısının belirlenmesinde, gerçekçi olalım ne derece etkimiz olacak? Musul-Kerkük petrolünden gelir mi elde edeceğiz, Kerkük’ü özerk bir Türkmen şehir devleti mi yapacağız? Biri anlatırsa gerçekten sevineceğim, nedir bu Ortadoğu’da söz sahibi olmaktan anlaşılan.
Bu bizim savaşımız değil. Irak’ta Sünni üçgeninde şehit olmaktan kurtardığımız yüzlerce askeri, Lübnan’da kaybetmemizin de bir anlamı yok. Tüm tarafların kabul ettiği bir barış gücüne elbette teknik destekte ve her türlü insani yardımda bulunabiliriz. Ancak, unutulmasın, bu barış gücünün amacı Hizbullah’ı silahsızlandırmak olacaktır. Yani çatışma kaçınılmazdır.
On iki adalar ve Batı Trakya vaatlerine rağmen İkinci Dünya Savaşına girmedik. Şimdi başlayan bir üçüncüsüne niye girelim? Söz sahibi olmak için uzaklara gitmeye gerek yok, önce kendi Ortadoğu’muzda söz sahibi olalım.