Gayri Meşru Basın/Özgür Mumcu
İsmail Ağa cinayeti sonrası karanlıkta kalan birçok nokta var. İlki elbette cinayetin nedeni. Unutulmasın ki bu cinayet, İsmail Ağa cemaatinde işlenen ilk cinayet değil. İkincisi, her ne kadar başbakanımız o kanıda olmasa da, katilin linç edilmesine katılanların kimliği. Üçüncüsü ise basına yansıyan Sauna çetesi-İsmail Ağa cemaati ilişkisi ve cemaatin camii bodrumlarında kurduğu iddia edilen işkence odaları ile şeriat mahkemeleri.
Tüm bunlar aydınlatıldıktan sonra ise, İstanbul’un bir mahallesinde, mahalleden içeri basın mensubu sokmayacak derecede kurtarılmış bir bölgenin nasıl kurulduğu da incelenmelidir haliyle. Cinayetin hemen sonrasında, “katil zanlısı kafasını mihraba vura vura intihar etmiştir” açıklamasını yapan emniyet görevlileri hakkında da bir soruşturma açılmasını dilemek de herhalde müşkülpesentlik olarak algılanmaz.
Tayyip Erdoğan, İsmail Ağa Camii cinayeti sonrasında, AKP il başkanlarına yaptığı konuşmada, hayret uyandıracak açıklamalarda bulundu. “Halkımızın kutlu değerlerine, kutsal bakışına farklı yaklaşımlarda bulunan” basının, “gayri meşru” yayınlarından dert yandı. Cinayeti bir provokasyon eylemi olarak niteledi. İki fakülte bitirmiş cinayet kurbanına başsağlığı dilemeden, linç olup olmadığı belirsiz bir olayın üzerine gidilmesinden yakındı.
Oysa basınımız, başbakanımız dilediği tarzda habercilik yapsaydı bu yakınmalara gerek kalmayacak, başbakanımız da bunca işinin gücünün arasında rahatsız edilmemiş olacaktı. Kalemim yettiğince, şayet bu gayrı meşru, holdingci, laikçi, jakoben ve art niyetli basın milli ve manevi değerlere başbakanımızın onda biri kadar dikkat etseydi, nasıl haber verirdi müsaade ederseniz izah etmeye çalışayım:
“Öncelikle öldürülen emekli imamın hayatı ve eserleri üzerine bir iki gün sürecek bir haber dosyası hazırlanmalıydı. Buna ek olarak, cemaat ileri gelenlerinin açıklamalarıyla süslenecek, İsmail Ağa cemaatinin sözcülüğünü yaptığı, halkımızın kutlu değerleri tekrar anımsatmayı amaçlayan yayınlara yer verilmeliydi. Katilin, başını mihraba vurarak intiharı ise, kâfir Nemrut’un kulağına kaçan sinekten usanıp, başını duvarlara vurmak suretiyle ölümüyle kıyaslanmalı; ulemadan bu konuda ayrıntılı bilgi alınmalıydı. Cami bodrumu şeriat mahkemesi ve işkence odaları iddiaları ise mümkünse es geçilmeliydi. Elbette konunun, tarikatların bir sivil toplum örgütü olarak, geleneksel kutlu değerlerle modern hayatın gereklerini harmanladıkları bir iç denetim mekanizması olarak sunulması da mümkün olabilirdi. Bir İslami tarikatın mafya tarzı ilişkilere girmesi zaten mümkün olamayacağından, bu yöndeki ihbarlara itibar edilmemeliydi. İlla bu iftiralardan bahsedilecekse, bunların 28 Şubat dönemine benzer, inanan kesimi zan altında bırakmak için tasarlanmış derin devlet kaynaklı eylemler olduğunu ima eden incelemelerde bulunulmalıydı. Bu şekilde halkımızın “kutlu değerleri ile kutsal bakışına” zarar gelmek bir yana, kutsallarımızın kutuna kut katılırdı.”
Sayın basın mensupları, çağrımız size. Kalabalık cami cemaatinin gözleri önünde birini bıçaklayan katilin, pişmanlıktan başını mihraba vurarak intihar etmesi aklınıza linç olasılığını getirmesin. Zaten durumun böyle olmadığını açıklayan polis raporları da mevcut. Başbakanımızın da belirttiği üzere, ülkenin emniyetini vardır, ona güvenin. Yargı sürecini engellemeyin. Yargıya müdahalede bulunmayın. Yarın öbür gün, ölüm sebebi linç değil de verem çıkarsa utanırsınız. Başbakanımızın da belirttiği üzere, ülkenin yargısı vardır, ona sığının. Ortalığı karıştırmayın. Kriz çıkartmayın. Halkımızın kutlu değerlerine dokunmayın. Gayri meşru yayın yapmayın. Adamı delirtmeyin.