Yeni Söz

9.8.07

Dekoratif siyaset/ Ulas Bayraktar

Ankara susuz, Melih Gökçek sessiz... Bir yanda dipleri görülmüş barajlar, diğer yanda musluktan beklerken camdan, kapıdan sel olarak gelen içme suyu. Bu akıl almaz görüntüye en ufak bir açıklama getiremeyen bir başkan ! Ne diyebilir ki zaten ? « Tatile gitmediniz, dua etmediniz böyle oldu » ya da « Boruların Emin Çölaşan tarafından sabote edildiğine dair duyumlarımız var… » Başbakan haklı ; sussun daha iyi…

Zaten bu kentsel skandalın Gökçek’in başkanlığını ya da genel olarak AKP’nin belediyecilik tarzını aşan bir boyutu var. Artık yeni bir yerel yönetim anlayışıyla karşı karşıyayız. Dekoratif belediyecilik diye adlandırabileceğimiz bu belediyecilik anlayışında öncelik bir şehrin sakinlerinin görebileceği, hoşlanabileceği alanlara veriliyor. Parklar, kaldırımlar, dekoratif objeler, viyadükler, tüneller, spor alanları, spor aletleri, çiçekler, heykeller, kapılar, taklar vb. icraatlara yoğunlaşmış bir belediyecilik anlayışı şu anda Türkiye’nin dört bir yanında hakim durumda.

Bu belediyecilik anlayışının bu kadar revaçta olmasının sebebi çok önemli iki büyük işlevsel avantaja sahip olması. Öncelikle, bu dekoratif yatırımlar, göze batmayacak kadar küçük ama rantı çok büyük faaliyet alanları olarak ortaya çıkıyor. Büyük altyapı yatırımlarının ; medyanın, meslek odalarının ve dolayısıyla yargının dikkatini çekme riski yüksekken, bu küçük yatırımlarla pek de kimse ilgilenmiyor. Oysa bir rekreasyon alanı bile semiz yolsuzluk imkanları sunabiliyor. Meblanın küçük olması dolayısıyla ihale bile gerektirmeyen bu yatırımlar akla gelmeyecek tekniklerle büyük menfaatlere hizmet edebiliyor. Örneğin bir yeşil alandaki piknik masasını marangoza değil de, bir heykeltıraşa yaptırmayı akıl ederseniz, masa bir sanat eserine dönüşeceği için paha piçmek de sizin insafınıza kalıyor. Kimse de efendim, 3 kuruşluk kereste kullandığın bu masa nasıl 300 YTL’ya maloluyor diyemiyor çünkü o masanın sanat değeri klasik maliyet analizleriyle anlaşılamaz, dolayısıyla denetlenemez hale geliyor.

Büyük menfaatlere gebe bu alanların bir diğer yararı da, şehrin sakinlerine gerçekten çalışıyor olduğunuz imajını verebilmeleri. Yeni yeni parkları, köprüleri, spor alanlarını gören halk ister istemez ‘büyükşehir çalışıyor valla ; helal olsun’ demeden edemiyor. ‘Doğrudur çaldı ama hizmet de etti allah için’ tam da bu tip başkanlar için söylene gelmiştir. Oysa şehrin altyapısına, görünmeyen ama hayati alanlarıyla ilgilenen başkanlar ancak ‘parayı toprağa gömmüş sayılırlar.’ Arada bir felaket olur, ‘çalışan’ başkanların foyaları ortaya çıkar gibi olur ama parklar da bahçelerde geçirilen birkaç saatle bunlar da hemencecik unutulur. Seli görmeyen, suyu kesilmeyen şehirlerde de kimse başkanın altyapı yatırımlarını hatırlamaz zaten.

Dolayısıyla, mantıklı her başkanın izleyeceği yol, dekoratif belediyeciliktir ki şu anda hangi partiden olursa olsun, başkanların çoğunluğu da bu yolda yürümektedir. Kayseri’de, Mersin’de, İzmit’te, Bursa’da ya da Ankara’da aynı manzara ile karşılaşmanız kuvvetle muhtemeldir. Bugün Ankara’nın susuzluğu, yarın İzmit’in çevre kirliliği, öbür gün Mersin’in seli ve Bursa’nın depremi bizi bu dekoratif belediyeciliğin felaket sonuçları ile eninde sonuda yüzleştirecektir ama o zamana kadar atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiş olacaktır zaten.

Her ne kadar, tüm siyasi partiler benimsemiş görünse de, bu yerel yönetim anlayışının patentini Milli Görüş’e vermek yerinde olur. Nitekim, Refah Partisi’nin 1994’te büyük şehirleri almasıyla başlayan bu anlayış, AKP hükümetleri eliyle ulusal alana transfer edildi. Hızlandırılmış trenler, bedava okul kitapları, sözde sosyal güvenlik reformları, duble yollar, sanal ekonomik refah göstergeleri hepsi dekoratif belediyeciliğin ulusal politikaya taşınmış halleridir. Yeşil alanlarla göz boyayan belediyeler gibi AKP hükümeti de bir takım şekilsel düzenlemelere dayalı palyatif çözümlerle öncelikli yapısal sorunlara çözüm geliştirmeksizin kamuoyu desteğini korumayı hatta arttırmayı bilmiştir.

İşin en acı tarafı da bu görünüşten ibaret sözde reform anlayışını sorgulayabilecek bir muhalefet odağının olmamasıdır. AKP’nin dümen suyuna giren muhalefet partileri de aynı şekilsellikte muhalefet yapmaya çalışıp, herhangi bir somut alternatif geliştimeyi beceremediler. Oysa kimsenin idrak edemeyeceği yapısal yatırımlar ve/veya reformlarla, sadece göz boyamaya yarayan palyatif çözümler arasında bir yol hala mümkün.

Yolu yine yerelden geçecek bu siyaset yapma tarzını bir sonraki yazıma bırakıyorum.