Yeni Söz

7.12.06

Devrimci ve Demokrat / Özgür Mumcu


Bu sitenin kurulmasının temelinde memleketin ana sorunları üzerinde hiçbir siyasi oluşuma kendini tam olarak yakın hissetmeyenlerin arayışı yatıyor. Daimi bir arafta kalma halidir yani sözün yeni olması gerektiğini düşündüren. Bir de fikirlerin ancak yazarak, yazılı tartışma yoluyla olgunlaşıp, netleşeceğine dair bir inanç. Böyle tohumluyoruz yani fikir tarlamızı, belirli bir hasat vaktine koşturmadan.
Sitenin diğer yazarlarını temsil etme iddiasında olmadan, kendi hesabıma bu arafta kalma ruh halini biraz açıklamak isterim. Böylelikle, buradaki yazılardan çıkan, tanımlanması pek de kolay olmayan siyasi konumlanmayı en azından kendi açımdan belirtebilirim belki.
Siyasi Yetimler
Şu anda otuz yaş civarında olan kuşak, yani yetmişlerin cehenneminde doğanlar siyaseten yetimdir. Dünyanın siyasetten arındırılması ve Türkiye özelinde 12 Eylülle siyasi referansların buharlaşması yediğimiz ilk darbedir. İkinci darbeyi ise, bir zamanlar aynı kampta mücadele eden solun önde gelen isimlerinin neredeyse istisnasız döneklikleri vurmuştur. Siyasi referansların iyice kaybolmasına neden olanlar, yetimliğimizden de mesuldür. Döneklikten sadece eski Marksistlerin, liberalliğe geçmesini anlamamak gerekir. Bu dönüş zaten biz çocukken gerçekleşti. “Liberalizm gelecekse, onu da biz yaparız” anlayışındaki bu değişim, aslında memleket kurtarma geninden kaynaklanan, özünde jakoben ve ittihatçı bir yaklaşımdır ya neyse, o konuya sonra değinmekte yarar var.
Gergedanlaşma
Asıl vurucu olan, devrimci demokrat hadi olmadı sosyal demokrat diye bildiğimiz kesimlerin, son dönemdeki keskin dönekliğidir. Hem de bu dönüş topluca olduğundan, Ionescu’nun “Gergedan” oyunundaki gibi, solcu ağabey ve ablalarımız farkına varmadan birer gergedana dönüşmüş ya da dönüşmektedir. Özal’a sadece iktisaden liberal, siyaseten değil diye kızan, TCK’nın 141, 142 ve 163. maddeleri kalksın diye savaş veren, fikir, ifade ve örgütlenme özgürlüğü için çabalayan, düşündükleri için hapis yatan kesimler, bugün Kerinçsizleşmekte.
Son nefesini yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği diye veren Deniz Gezmiş’in fotoğraflarının altında “Kürt sorunu yoktur, sorun Kürt’ün kendisidir” manşetleriyle çıkıyorsa bazı sol dergiler. Ve beis görmüyorlarsa buralara yazmaktan bazı büyüklerimiz. Demirel’e kurtarıcı olarak sarılıp, rahatsız genç subaylara çiçekler uzatıyorlarsa, Ziverbey yaraları çoktan kapanmış kimi ağabeylerimiz. Faşist gazetelere övgü dolu röportajlar veriyorsa, insanların uğruna neler neler verdikleri Cumhuriyet gazetesinin yazarları. S.S lakaplı ülkücüler, kalem oynatıyorsa yine aynı gazetenin eklerinde. Evrim teorisine bayrak açan bir garip adamlar, kendine ulusalcı diyen kanallarda başrole soyunuyorsa. Dönmeyen kalmamış demektir fikir dünyamızda. Ne devrimci, ne sosyal ne de demokrattır artık bu büyüklerimiz. Beyan esasıyla ne solcu olunur ne de demokrat.
Gölge etme, başka ihsan istemez
Devrimci ve demokrat olmak hala mümkündür. Bunun yolu ise, İslamcı gazete sütunlarına sıkışmış ikinci cumhuriyetçilerden de, Kemalizm ve sol diye diye, Kızıl elmaları dişleyen büyüklerimizden de kurtulmaktır.
Fikir çatışmasından, hakikatin güneşinin doğacağına inanarak, en aykırı görüşlere bile hukuki ve siyasi özgürlük tanınması gerektiği açık. Yoksa sular bulanır, tazelenemeyen durağan bir bataklığa dönüşür hayat. Bize bunları öğreten eskinin solcu fikir önderleri, bugün deli bir baltayla budayacaksa fikir çınarlarımızı uzak dursunlar.
Fikir özgürlüğünü savunmalarıyla, demokratlıklarıyla umut vaat eden eskinin Marksist yeninin liberal kalemleri, şayet sömürünün değişen şeklini gizleyeceklerse, dünyanın bu halini bir El Dorado gibi sunacaklarsa, bir zahmet kenara çekiliversinler.
Bu kör dövüşüne mahkûm değiliz
Cami avlusuna bırakır gibi terk ettikleri siyasi düşüncelerinin vicdanlarındaki saldırgan ağırlığından mesul değiliz. Fikir ve kanaat önderlikleri kendilerinden menkul bu büyüklerimizin ulusalcı/liberal çatışması bir farstır artık. Şahsım adına beyan edeyim efendim, ne liberalim ne ulusalcı. Hala devrimci ve demokratım, sizlerin bir zaman olduğunuzu iddia ettiğiniz gibi. Devrimci, çünkü o bilge Aybar’ın dediği gibi, sosyalizme bir bilim olduğu için değil, eşitlikçi bir toplum tahayyülü olduğu için inandık. Bir teorinin bir yorumunun aksi ispatlanınca, diğer teoriye geçecek kadar soğumadı yüreklerimiz. Demokrat çünkü bazılarınızın beynini sıkan o militer demir pençe uğramadı zihnimize. Devrimci ve demokrat çünkü, demokratlığımız Avrupa’ya ayıp olmasın diye giydiğimiz bir redingot değildir, halkın örgütlenip siyasete katılmasıdır. İfade özgürlüğü kadar ezilenlerin insanca yaşamasını da savunan bir demokratlıktır, devrimciliğin özü.
Mesela sermayenin milletine bakmaz; üretime, istihdama, kalkınmaya etkisine bakar bu tutum. Emperyal bir hoşgörüyle ya da köşeye sıkışmışlıkla haklar bahşetmez kimseye, aynı yurtta beraber yaşama iradesine inancından her kesimin çoktan hak ettiklerini elde etmesinden yana tavır koyar. Dışarıya ezikliğinden değil, bu toprağı daha iyi anlamak için deşer Ermeni ve Kürt meselesini. Bugün Atatürkçülüğü kimseye bırakmayan, televizyon programcısı, Kemalist dernek yöneticisi emekli generallerin gözlerinin içine bakarak da şunu sorar, “12 Eylül 1980’de neredeydin, 12 Eylül 1980’in neresindeydin?” aynı soruyu siyasal İslamcıya Madımak Oteli, PKK’ya Başbağlar, neo liberale ise sokak çocukları için sorduğu gibi.
Sözün özü, son otuz yılın kalem ve siyaset erbabına sorar durur, bu diyar bu hale gelirken neredeydin ve bu hale gelmesinin neresindeydin diye.

5.12.06

Kemalizm ve Medeniyet / Sinan Altunç


Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi ve Liberal Düşünce Topluluğu Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Atilla Yayla’nın yaptığı konuşmadan dolayı üniverstesinde verdiği dersten uzaklıştırılması ve hakkında soruşturma açılması söz konusu. Bu hususla ilgili son günlerde oldukça yazıldı çizildi. Kemalizmin ilerici olup olmadığı ve Yayla’nın Mustafa Kemal’e “bu adam” demesi tartışıldı.
Bu yazıda tartışmaya açmak istediğim mesele, Yayla’nın Mustafa Kemal’e “bu adam” demiş olması değil. Zira geçenlerde katıldığı bir televizyon programında, bu sözü neden söylediğini açıkladı ve bu açıklama da doğrusu beni tatmin etti. Benim ortaya koymak istediğim problematik, özellikle 1925-1945 arası dönemin veya tek parti döneminin gayrı medenileştirici olup olmadığı. Tabi ki, derinlemesine bir iktisat bilgisine sahip olmadan dört başı mamur bir değerlendirme yapmamın mümkün olamayacağının da farkındayım.
Öncelikle Yayla’nın yaptığı değerlendirmede, medeniyet bakımından kendine özgü bir paradigma ortaya koyarak, 1925-1945 arası dönemi buna göre yorumladığı ve sonuca vardığını belirtmek gerekir. Birincisi, Yayla’nın ortaya koyduğu, medeniyet sayılabilme kıstaslarının genel geçer olmadığı, başka kıstasların uygulanması durumunda sözü geçen dönemin ilerici sayılabileceği ileri sürülebilir. Nitekim bunu yapanlar da oldu.
İkinci olarak, Yayla’nın ortaya koyduğu kıstaslar dikkate alınarak değerlendirme yapılabilir. Ancak bunu yapabilmek için, öncelikle Yayla’nın koyduğu kıstasları hatırlamak gerekir. Yayla, “birden çok medeniyet olmadığını, tek medeniyetin bulunduğunu, mahallî ve dönemsel renkler alsa bile aslolanın ortak insanî medeniyet olduğunu, Medeniyet tarihini inceleyerek bu medeniyetin temel değer ve kurumlarının belirlenebileceğini” ifade ettiği konuşmasında, bu temel değer ve kurumları şöyle sayıyor:
“De facto değil de jure olarak özel mülkiyet, iş bölümü ve uzmanlaşma, serbest mübadele, sözleşme serbestisi ve sözleşmelerin uygulanmasını sağlayacak kültür ve ahlâk ve hukuk kodları, sınırlı ve kurallara bağlı siyasî yönetim, düşünce ve ifade özgürlüğü, bir dine inanmayanları ve azınlıkları da kapsayacak şekilde din özgürlüğü, hukukun hâkimiyeti, siyasî suçların olmaması, toplumda dikey ilişkilerin değil, yatay ilişkilerin yaygın olması, zengin sosyal çeşitlilik, insan ihtiyaçlarının çeşitlenmesi ve istikrarlı bir şekilde karşılanması.”
Bu kriterler göz önünde tutulduğunda, değerlendirmede doğruluk payının olduğu söylenebilir. Ancak, 1950 ve sonrası olarak adlandırılan diğer dönemle yapılan karşılaştırmanın yanı sıra, belki 1925 ve öncesi ile de karşılaştırılma yapılması gerekiyor. Bu yorumu, Yayla’nın kendi değerlendirmesi üzerine yaptığımı belirtmek isterim. Zira, Yayla kendi konuşmasında, “Medeniyet bir şeyi yapmaksa (yani do etmek) Kemalizm'in, onu yapmamak/çözmek (yani undo etmek) anlamına geldiğini” dile getirmiştir. Dolayısıyla, mukayese sadece 1950 ve sonrası ile değil, 1925 ve öncesi ile de yapılmalıdır. Çünkü, bir şeyi yapmamak veya çözmek, önceden yapılmış veya inşa edilmiş bir yapının varlığını da gerektirir.
Bunun yanı sıra, Yayla’nın kendi koyduğu kriterler doğrultusunda değerlendirme yapmaya devam ettiğimizde, özellikle ülkedeki hukuki alt yapının 1925-1945 arası dönemden miras kaldığını söylemekte fayda olduğu kanaatindeyim. Özellikle 1926 tarihli Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu buna örnektir. Bunun dışında, özel mülkiyetin de facto değil de de jure özellik almasının medeniyet kriteri veya ilericilik olarak ele alınması, bana garip geliyor. Üstelik özel mülkiyet ile anlatılmak istenenin serbest piyasa ekonomisi olduğu varsayıldığında, bu kriterle birlikte sosyal haklardan da bahsedilmemesi düşündürücü bence.
Siyasi suçluların olmaması gerekliliği kriteri bakımından söylenecek bir söz olmadığını düşünüyorum. Ancak, bu hususta 1950 ve sonrası dönemin de pek sütten çıkmış ak kaşık olmadığını eklemek gerekli.
Netice olarak demem odur ki; Prof. Dr. Atilla Yayla yapmış olduğu değerlendirme sonucunda, 1925-1945 arası dönemin veya Kemalizm’in gerici/gayrı medeni olduğunu ifade etmiştir. Ancak, değişik kriterler getirmek veya aynı kriterleri farklı yorumlamak suretiyle başka başka sonuçlara varmak da mümkündür. Bu yazı, en başta belirttiğim iktisat bilgisinden yoksun olduğum için, bu hususu ispatlamak iddiası taşımamakla beraber, yapılan değerlendirmenin doğruluğunu tartışmaya açmayı amaçlamıştır. Zira Prof. Dr. Yayla’nın değerlendirmeleri, liberal bakış açısı ile yapılmıştır. Kemalizm ve Medeniyet karşılaştırmasının sadece bu bakış açısıyla yapılması eksikliktir.