Ulusalcılığı Anlamak - 1 / Özgür Mumcu
Memleketteki her tartışmanın içinin boşalmasına, git gide bir kör dövüşüne dönmesine alışığız. Hiç ama neredeyse hiçbir konuyu tozu dumana katmadan ele alamamaktayız. Sonuç, tartışıyoruz diye puslu bir hava yaratmak ve rasgele yumruklar savurmak. Oysa bilinir ki, puslu havayı ancak kurtlar sever. Biz tartışıyoruz sanıp, pusu yoğunlaştırdıkça, kurtlar kolumuzu bacağımızı kapmaya devam edecek, pus dağıldığında sağ kalanlarımız çok hayret edecek bu işe. Kimi, kurt sürüsüne katılacak, kimi ise hüzünlü kayıp ruhlar gibi gezinip duracak.
Memlekette gündem sürekli değişir. Tam bir konu tartışılmaya başlarken, birden kendimizi başka bir konuyu hararetle tartışırken ve inançla cephelere ayrılmışken buluruz. Türban ve imam hatip meselesi, İslamcı iktidarla beraber gündemden düşerken, yükselen milliyetçilik ve ulusalcılık çıkış yapan yeni konularımız. İktidar milliyetçi tarafı ağır basan bir siyasi akıma nasip olursa, o vakit milliyetçiliği tartışmaz, tekrar türban kısır tartışmasına döneriz. Dön baba dönelim, iktidar neyi temsil etmiyorsa onu tartışalım.
Ulusalcı Solun Kökenleri
Eh madem gündem bu, vardır elbet ulusalcılık üzerine söyleyecek bir iki sözümüz. Analizden evvel, tespitle başlama niyetindeyim. Bugün ulusalcı olduğunu iddia eden kimi kesimlerin ulusalcılığı, Türk solunun “tam bağımsız Türkiye” sloganıyla somutlaştırdığı bir geleneğin sapmasıdır. Türk solunun ulusalcılığı tarihi olarak birbirinden farklı kesimler tarafından oluşturulmuştur. Temelinin harçlarını, Şevket Süreyya Aydemir’in Kadro, Doğan Avcıoğlu’nun Yön ve Devrim hareketleri, Deniz Gezmiş liderliğindeki THKO örgütü, Milli Demokratik Devrim akımı beraberce ve farklı düzeylerde atmıştır. Altmışlı yılların ulusal bağımsız hareketleri ve saygın Üçüncü Dünya oluşumunun, ulusalcılık üzerindeki tesiri büyüktür. Ulusalcılık, Kurtuluş Savaşı’nın antiemperyalist ve antikapitalist yanına dayanmakta ve referanslarını hem Marks’tan hem de Mustafa Kemal’den almaktaydı.
Harekete hâkim görüş, Kemalist devrimin tamamlanmadığıdır. Altmışlı yılların ulusalcılığına göre, toprak reformu yapılamamış, halk iktidara gelememiş ve memleket, ağa-işbirlikçi sermaye ve sair gerici odakların elinde oyuncak olmuştur. Bu güç odakları dağıtılmadıkça, demokrasi ya da parlamentarizm bir anlam ifade etmeyecektir. Bu sebeple, Türk demokrasisini, “cici demokrasi” “Filipin demokrasisi” gibi isimlerle anmakta ve bu durumu aşmak için toplumun zinde kuvvetlerine önem vermektedir. Bu zinde kuvvetler ise, vatansever askerler, öğrenciler ve aydınlardır. 27 Mayıs’ın başarısından da güç alarak, benzer yöntemlerle ülkeyi dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Devrimci bir iktidar, feodal ve yarı feodal unsurları tasfiye edecek, Kemalist devrimleri pekiştirecek, memleketin ABD’ye bağımlılığını kıracak ve kalkınmaya yönelik, sosyalist bir yönetim anlayışı yerleştirecekti. Ağalar, şeyhler ve işbirlikçi sermaye gücünü yitireceği, memleket bağımsızlığına ulaşacağı ve ekonomik refah sağlanacağı için, halk bilinçlenecek ve zamanla demokrasiye geçilecekti. Çok kaba hatlarıyla, buydu ulusalcı sol. Bozuk düzenin demokrasisini göstermelik bulmakta ve Kemalist devrimi sosyalist bir yorumla tamamlamak hedefini taşımaktaydı. Bu siyasi görüşün, memleketin o dönem içinde bulunduğu durum hakkındaki tespitlerinin çoğunu kendime yakın bulduğumu ifade etmeliyim. Getirdiği çözüm önerisini ise bugünden bakıp eleştirmenin pek manası yok.
Hayal Kırıklığı
Altmışlı yılların ulusalcılığı oluşurken ne 12 Mart ne de 12 Eylül rezaletleri meydana gelmişti. Ordu, o yıllarda birçok insan için cumhuriyetin harcını atan ve 27 Mayıs’ı gerçekleştiren ilerici bir güçtü. Kazın ayağının öyle olmadığı 12 Mart ve 12 Eylül’le idrak edildi. 12 Mart’ta güvenilen ordu, Deniz Gezmiş’i astırıp, Yön hareketindekileri hapse attırdı. Ordu, 27 Mayıs ve getirdiklerini adım adım kendi elleriyle sildi. Sol ulusalcılar da, NATO’ya üye bu orduyla Amerikan emperyalizminin kırılamayacağını anlayıp, güdük Türk demokrasisini özgürleştirme yolunu seçtiler. 12 Mart ile 12 Eylül arasındaki goşist öğrenci hareketlerinde ulusalcı, Türkiye’ye özgü sosyalizmden ziyade, Leninizmin, Maoculuğun ve hatta Stalinistçiliğin ön plana çıkmasının sebeplerinden biri budur. 12 Mart’a kadar askeriye içinde azımsanamayacak oranda bulunan solcu akımlara yetmişli yıllarda rastlanmamasının temel sebebini de burada aramak gerekir. Hem ordu içindeki sol unsurları tasfiye etmiştir hem de genç subayları Kemalist olmayan bir sosyalist anlayışla fethetmek olası gözükmemektedir.
Ekonominin Militarizasyonu
1980 öncesi, genel olarak Ecevit’in CHP’sine yaklaşan Türk ulusal solculuğu; 12 Eylül’e dirençle karşı çıkmış daha sonra da Anap iktidarına muhalefet etmiştir. Bu siyasi duruş, yine antiemperyalizm ve sosyalizmden kaynaklanmaktaydı. Çünkü ulusalcı sol görüşe göre, 12 Eylül ve Özal iktidarı, ABD’nin planladığı bir ekonominin militarizasyonu projesiydi. Yani, asker zoruyla, ABD’nin talep ettiği iktisadi bir düzenin getirilmesiydi söz konusu olan. Pinochet Şili’sindeki gibi ülkeye ABD’den prenslerin akın etmesi de bu görüşü destekler nitelikteydi. Ulusalcı sol, liberal iktisadi reçetelere muhalefet ederken, öte yandan 12 Eylül’ün antidemokratik yanlarına da karşı çıkmaktaydı ve genel olarak seksenlerin SHP’sine destek vermekteydi. Bir yandan da altmışlı yıllarda ilerici bir güç olarak değerlendirdiği ordunun, 24 Ocak kararlarının muhalefetsiz bir ortamda uygulanması için memleketin solunu işkence tezgâhlarından geçirirken, ağalara, sermayeye ve İslamcılara nasıl da iyi davrandığına tanıklık etmekteydi. 12 Marttan önce halkın düşmanı gerici odaklarla mücadelede yanında göreceğini sandığı zinde kuvvet, 12 Eylülle açıkça kimin yanında kimin karşısında olduğunu göstermiş oldu. Ulusalcı sol hareketten gelen ve hala kendini solda hissedenler, demokrasi içerisinde Anap ve 12 Eylül damgalı rejimle mücadele edenlerin en önemli temsilcileriydiler.
Ne Oldu?
Sonra bir şeyler oldu. At izi it izine karışıverdi. Kızıl Elma koalisyonlarını, MHP’yle işbirliği yapan eski solcuları görerek hayrete kapıldık. Ne oldu da ulusalcılık ne olduğu belirsiz, garip bir şemsiye kavrama dönüştü? Hangi gelişmeler, Deniz Baykal’ı Hrant Dink’in cenazesinde yürümekten alıkoydu, Türk Solu adını utanmazca taşıyan bir dergiye Dink’in ardından “Hoş Gidişler Ola” başlığını attırdı. Ne oldu da, AKP’nin getirdiği TCK’nın 301. maddesini CHP savunur oldu? Ne oldu da, kimi solcular Enver Paşacılığa soyunup, Kerkük’e asker yollamayı savunmaya başladı? Ne oldu da CHP-MHP koalisyonu kimseyi yadırgatmayan bir seçenek haline geldi? Ve ne oldu da, memleketin sosyal demokratları halkın ezilen sınıflarının haklarından hiç bahsetmeyip, sadece Kıbrıs’a, Kuzey Irak’a ve 301. maddeye odaklanan bir siyasi anlayışa hapsoldu? Doksanlarda ve iki binlerde ulusalcı sol geleneğin nasıl bir sapmaya uğradığı ve bu soruların yanıtları bir sonraki yazıda aramakta fayda var. ( Sayın site ziyaretçilerine not: Site arşivinde, ulusalcılık ve sol ilişkisine değinen birçok yazıya ulaşmanız mümkün).