Yeni Söz

15.6.06

Kaptan Kirk Öldü! Yaşasın Kaptan Vladimir / Mehmet Kancı


27 Mayıs’ın darbe mi yoksa ihtilal mi olduğunun hala tartışıldığı ülkemizde, Adnan Menderes’in devrilmesine gerekçe olarak ABD’den bulamadığı mali desteği Rusya’da araması gösterilir. Bu tezi ortaya atanlar, Washington’un gönderdiği paraların hortumlanmasına “Yeter artık” dediğini , Menderes’e yolsuzluklar nedeniyle maddi kaynak sağlanmadığını görmek istemezler, ve onu Rusya’ya yönelen Üçüncü dünya lideri imajıyla pazarlamaya çalışırlar. Neyse biz konumuza dönelim, Bağdat Paktı’nın mimarlarından Menderes Rusya’da maddi destek aradığı için devrildiyse, geçtimiz günlerde “hala sıra dışı haberler vermekte ısrar eden” Cumhuriyet gazetesindeki haber eğer doğruysa, Washington yönetiminin AKP’nin yönetimindeki Türkiye’ye de İran misali bir nükleer saldırı düzenlemesi söz konusu olmalı. Önce bakalım gözlerden kaçan ve ülkemiz kamuoyunu pek de ilgilendirmeyen Bahadır Selim Dilek imzasıyla Ankara kaynaklı olarak hazırlanan bu haber neymiş:


“Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında uzay çalışmaları konusunda işbirliğine gidilmesi yönünde çalışma başlatıldığı ortaya çıktı. İki ülke arasında son dönemde hızla gelişen ekonomik ve siyasi ilişkilerin yanında, uzay çalışmaları da mayıs ayında yapılan anlaşmayla işbirliği kapsamına alındı. Korgeneral düzeyindeki yetkililerin imzaladığı bu anlaşmanın 2004 yılında Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin’in Ankara’ya yaptığı ziyaret sırasında imzalanan anlaşmaların devamı niteliğinde olduğu belirtildi. Varılan mutabakatla çalışmaların gizli olarak yürütülmesi kararlaştırıldı. Anlaşmanın, iki ülke arasında uzay çalışmaları konusunda işbirliğinin yanı sıra Rus askeri araçlarının Türkiye’de üretimini de kapsadığı öğrenildi. Rusya ile yapılan işbirliği bağlamında Türk pilotun, Rus aracıyla uzaya gitmesi söz konusu olabilecek. Aynı şekilde, ortak bir uydu fırlatılması da gündeme gelebilecek. Rus uzmanlar, “Uzay konusunda gelecekte tüm dünyayı şaşırtıp hayran bırakacak bir işbirliğine gidiyoruz” değerlendirmesini yaptı.”

Efendim 14 Haziran Çarşamba günü verilen bu habere herhangi bir yalanlama gelmediğine göre, bendenizin bu yazıyı yazdığı saatlerde, söz konusu satırların içerdiği bilgileri doğru olarak kabul etmekteyiz. Ben öncelikle bu haberi yazan sayın Dilek’e kendi hesabıma teşekkür ediyorum. Çünkü Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Yiğit Alpogan’ın 22-23 Mayıs tarihlerinde, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un davetlisi olarak Moskova’ya gidişi sırasında yalnız olduğunu düşünerek üzüntü duymuştum. Malum Rusya dili garip, yemekleri garip bir memleket. Tek başına seyahat hiç çekilmez, ama bu haberden anlıyoruz ki kendisine, uzay çalışmaları konusunda anlaşma imzalayan bir korgeneral eşlik edip sayın Alpogan’ı yalnızlıktan kurtarmış. Tabi Türkiye Cumhuriyeti tarihinde daha önceki Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterlerinin bu tür ziyaretler yapmadıklarını ve görevler yüklenmediklerini söylemeye gerek yok. AB süreci çerçevesinde MGK’nın ağırlığının azaltıldığı ülkemizde, anlaşılan ağırlıklar başka tarafa doğru kayıyor. Ama Rus komşularımızın ev sahipliği konusunda kafamda kimi şüphelerin oluştuğunu söylemeden edemeyeceğim. Çünkü Dışişleri bakanı Lavrov’un davetlisi olarak Moskova’ya giden Alpogan evsahibini evde bulamadı. Lavrov, o sırada, İran’a yönelik bir Amerikan operasyonunu engellemek için Körfez’deki Arap ülkelerinde kulis yapmaktaydı.



Bu ziyaretin en ilgi çekici noktası ise, Suudi Arabistan ziyareti sırasında, Dışişleri Bakanı Saud El-Faysal’ın, Lavrov’u, bizzat kendi kullandığı BMW’si ile, Kral Abdullah’ın sarayına götürmesiydi. Kendisi de kraliyet ailesi üyesi olan El-Faysal’ın bir Rus dışişleri bakanına gösterdiği özen, ilerleyen saatlerde, Suudi kralının, “İran’a yaptırım uygulanmasına karşıyız” sözleriyle pekişti. Başka bir yazıda ele alırız ama, bu yeni kral Abdullah bir garip adam. Kendisi 40 yıldır Çin’i ziyaret eden ilk Suudi Kral’ı olarak da tarihe geçti. Bu ziyarette iki ülke arasında önemli enerji anlaşmalarına imza atıldı. 11 Eylül saldırılarına iştirak eden El-Kaide militanlarının büyük çoğunluğunun S. Arabistan vatandaşı olduğunun tespit edilmesiyle başlayan Washington-Riyad gerginliği uzun vadede yeni gelişmelere gebe gibi görünüyor.
Biz dönelim şu Rusya-Türkiye uzay anlaşmasına efendim. Neydi? Mayıs ayında anlaşma imzalanmış ve MGK Genel Sekreteri Alpogan aynı ay Moskova’yı ziyaret etmişti. Bir başka ilginç tesadüf ise yine Mayıs ayının 28’inde yaşandı. Kızılordu korosu, Türk hava şehitleri yararına İstanbul Harp Akademileri’nde konser verdi! Konserin evsahibi ise, sahneye sivil kıyafeti ile çıkıp sanatçılardan teşekkürü esirgemeyen Hava Kuvvetleri komutanı Orgeneral Faruk Cömert’ti.
Türkiye ile Rusya arasındaki yakınlaşmanın bundan önceki bir örneğine de dikkat çekmekte yarar var. 5 Şubat’ta İsrail istihbarat birimleri Lazkiye limanından gelen bir haberle ayağa kalktı. Yaklaşık 10 yıldan bu yana ilk kez bir Rus savaş gemisi Suriye limanlarından birine demir atmıştı. Lazkiye limanına demir atan gemi herhangi bir savaş gemisi de değildi. 1982 yılında kızaktan indirilen Moskva kruvazörü, Bazalt tipi sesten iki buçuk kat hızlı, yarımşar tonluk nükleer başlık taşıyan füzelerle silahlandırılmıştı. Bu kruvazör soğuk savaş yıllarında Amerikan uçak gemilerini vurmak için özel olarak dizayn edilmişti ve Lazkiye limanına gelmeden önce Nato’nun Doğu Akdeniz’deki bir tatbikatına katılmıştı. Bence İsrail’i asıl endişelendirmesi gereken, Moskva kruvazörü ve beraberindeki Rus savaş gemilerinin 26 Şubat’ta İstanbul’u ziyaret etmesi olmalıydı. Çünkü bu filoya alışılmışın dışında Rusya Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Vlademir Masorin komuta etmekteydi ve bu ziyaret 27 yıldan bu yana Türkiye’ye Rusya’nın yaptığı askeri anlamdaki en büyük ziyaret olma özelliği taşıyordu. Masorin, İstanbul’a Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu’nun resmi konuğu olarak teşrif etti.
Bütün bu ilginç tesadüflere, 30 Mayıs’ta İstanbul’da DEİK-Türk Avrasya İş Konseyleri tarafından Okan Üniversitesi’nde düzenlenen “Avrasya’nın Ekonomik Potansiyeli” konulu sempozyumu da eklememek olmaz. Rusya Enerji Bakanı Viktor Hristenko ve Rusya Federasyonu’nun eski Ankara Büyükelçisi Albert Çernişev’in konuk olduğu sempozyumun ardından yapılan açıklamalar, Türkiye ile Rusya’nın makus talihlerini ve komşuluk ilişkilerini değiştirdiklerini gösteriyordu. Katerina-Baltacı aşkı düzeyindeki “düzeysiz” Türk-Rus ilişkileri anlayışından, stratejik ortaklık anlayışına doğru geçildiği ilk kez bu sempozyumda yüksek sesle dile getirdildi. Yine 14 Haziran’da Leyla Tavşanoğlu’na röportaj veren Avrasya İş Konseyleri Başkanı Tuğrul Erkin, Moskova’nın Türkiye’yi “Yakın işbirliği yapılan ülkeler listesinden, stratejik ortaklık kurulacak ülkeler” listesine aldığına dikkat çekiyordu.
Yumurtaları tek sepete doldurmaktan vazgeçtiği anlaşılan dış politika, asker ve ticaret çevrelerinin bu uzay macerasında kaptan Vladimirle yolculuk yapma ihtimalini gözardı etmediği anlaşılıyor. Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla Laleli pavyonlarında birbirini tanıyan iki halkın işbirliğini uzaya taşıması daha önce örneği görülmemiş bir uluslar arası diplomasi örneği oluşturacak gibi görünüyor.

12.6.06

Bir Matrisi Bir Darbeyi Çok Sevdim / Mehmet Kancı


Justifier

Mahir Kaynak gürül gürül akıyor Ankara’da bir sis perdesi daha aralanıyor. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın tarihinde deşifre etmek zorunda kaldığı ilk ve tek yıldızı Mahir Kaynak, 12 Haziran Pazartesi günü Vatan gazetesinde Devrim Sevimay’a verdiği röportajda, önümüzdeki günlerde Türkiye’yi bekleyen musibetlere ışık tuttu. Kendisine minnettarız. Cunta ihbar etme yeteneği kanıtlanmış bir ajanın bu konuda bilirkişilik yapmasından daha doğru bir yaklaşım olamazdı tabi. Gelelim sayın Kaynak’ın röportajında işaret ettiği ve necip Türk milletinin diken üstünde durmasını gerektiren noktalara.
Madde 1: “Yanıt Sert Olacak” “Çeşitli hücre birimlerinde cephanelik bulundurulması taktiği Soğuk Savaş döneminden kalmadır. O zaman mantık şuydu: SSCB ülkeyi işgal ederse gerilla savaşına geçmek gerekir. Bunun için münferit evlere cephanelikler konarak, hücre birimler oluşturulur. Öyle anlaşılıyor ki bu hücrelerden bir tanesi Atabey operasyonunu planlayanlar tarafından biliniyordu ve yakalayıp hemen “Çete” dediler. TSK yanıtını henüz vermedi. Çok sert bir yanıta herkes hazırlıklı olsun”. Efendim şimdi bu röportajın bu kısmını okuyunca için rahatladı. Türkiye’de sivil iktidar tarafından kontrol edilemeyen, adreslerini kimlerin bildiği meçhul bir takım konutlarda ne olur ne olmaz diye depolanmış ve bizi bir komünist işgalinden koruyacak yeterli miktarda silah ve mühimmatımız mevcut demektir. Bu ülkede herhalde bir hükümet olsa en azından Mahir Kaynak hakkında bu sözlerinden ötürü bir soruşturma açılması gerekir, ama tabi böyle bir şey beklemek saflık olur. Sert yanıta gelince; “Herhalde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün Şemdinli iddianamesine cevap verirken kullandığı “Biz masaya yumruğumuzla değil beynimizle vuruyoruz” şeklinde olur. Hatırlarsanız bu cevaptan sonra Mart ayı sonunda Ankara Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’nde düzenlenen Terörle Mücadele Konferansına Amerikan Genelkurmay Başkanı beklenmedik bir ziyarette bulunmuş ve AKP hükümetinin terörle mücadele ne kadar başarısız olduğu, Terörle Mücadele Yasası’nın ne kadar yetersiz olduğu cümle aleme ilan edilmişti. Hazır olmamız gereken sert yanıt umarım, bu kadar hafif olur. Allah daha sertini aratmasın, amin. Madde 2: “Medyasız yapılmaz” “Medya bazen pasif olabilir. Yani sadece kendisine verilen bilgileri kullanır. Yada operasyon birlikte yapılır., olayların halka nasıl anlatılacağı birlikte kararlaştırılır. Ancak medya bu işin çift safhalı bir operasyon olduğunu ve hiç kimsenin bu işi sonuna kadar götürmeyeceğini yeni anladı. Onun için de durdu, ani bir dönüş yaptı. Saldırıda rol biçilenlerden biri olan Vakit gazetesi ise bu olaya su taşımadı, ama genel bir su taşımadan söz edebilirsiniz o ayrı” Sayın Mahir Kaynak’a iletişim fakültelerindeki öğrencilere okutulması gereken kalitedeki bu gazetecilik dersinden ötürü teşekkür ediyoruz. Son Atabeyler operasyonuyla şirazeden çıkan medyanın nasıl rayına oturtulması gerektiğini, hedef alınan unsurlara karşı psikolojik harekatın nasıl yürütülmesi gerektiğini Kaynak usturuplu bir biçimde aktarıyor. Kaynak bu röportajda medya patronlarına da ince bir mesaj vermeyi ihmal etmiyor. Mahir Kaynak, gazetecinin “Sizce Türkiye için ümit var mı?” sorusunu bakın nasıl yanıtlıyor. “İnsanlar güçlü olduklarını hissettikleri zaman kendilerine dönerler. Zayıf insanlar başkalarına hizmet eder. Bu yüzden öncelikle siyasi yöneticilerimizin ve medya patronlarımızın Türkiye’nin büyük bir güç olduğunu anlaması lazım. Ancak o zaman kendi hesaplarını Türkiye üzerine yapmaya cesaret edebilirler.” Kaynak bu açıklamanın medya patronları için yeterince net olmadığını düşünmüş olmalı ki gazetecinin “Bu önderliği kim yapacak?” sorusuyla beraber örnek medya patronunu da ifşa etti. “Şu anda bu işe soyunmuş biri var zaten: Süleyman Demirel! Demirel hayatının en devletçi olduğu dönemini yaşıyor. İlhan Selçuk’un desteği hiç tesadüf değil. Türkiye’de kendi hesaplarını kendisi yapan yeni ve güçlü bir adres oluşturulmaya çalışılıyor”. Neymiş medya patronu dediğin İlhan Selçuk gibi olur ve Süleyman Demirel’le beraber devletine sahip çıkar, öyle genelkurmay başkanlığı önünden ne idüğü belirsiz adamlardan zarflar toplayıp haber diye yedirmeye kalkmaz. Doğruya doğru, Kaynak yine haklı. Sayın Kaynak’a bir konuda daha minnetar olmalıyız. Yaşadığımız cinnet halinin dinci-laik çatışması olmadığını, 80 öncesinde bu ülke insanına yedirilen sağ-sol çatışmasının benzerinin uygulamaya konduğunu ancak perde arkasında ne olduğunu gayet güzel anlatıyor. Bu ABD-İran kavgasıdır. İran’la tutuşulacak mücadelede Türkiye’nin Washington’a kayıtsız şartsız destek vermesi kavgasıdır. Bakınız 3 Haziran’da İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi’ndeki Global Liderlik Forumu’nda konuşan ABD’nin eski Ankara büyükelçisi Abromowitz ne dedi. “Türkiye İran konusunda ABD’nin yoluna çıkmasın” (6 Haziran Referans Gazetesi). Bu kavgada ABD’nin mutlak hedefi Org. Büyükanıt ve Org. Başbuğ’un yönetimindeki Türk Genelkurmayı liderliğinde İran krizine girmektir. Bu aynı zamanda Bush’u destekleyen petrol-silah lobisi ile Soros’un başını çektiği bilişim bazlı teknolojileri destekleyen sermaya lobisinin kavgasıdır. Kaynak’la yapılan röportajdan: Soru: “Şemdinli, Danıştay, cumhurbaşkanlığı seçimi vs. Aslında yaşadığımız her şey “kara kuvvetleri kullanılabilir bir Türkiye yaratma” operasyonu mu diyorsunuz? M.K: Evet Soru: “ABD’yle ikinci bahar çabası bu yüzden mi?” M.K: Evet, ama hangi ABD’yle? İki ABD var. Birisi Bush’un temsil ettiği Pentagon ABD’si, diğeri de Soros’un temsil ettiği küresel sermaye ABD’si. Erdoğan ekibi, küresel sermayenin desteğini almış durumda, ama öbür tarafla da çatışma halinde. Artık bu durumu, kesin tarihi güvenlik nedeniyle! açıklanmamakla beraber haziran’da İstanbul’a gelecek olan Soros’a sormak en iyisi olur herhalde. Bu değerli tarihi belgeye dönüşen röportajda Mahir Kaynak, başbakan Erdoğan’a son bir iyilikte de bulunuyor. “Başbakan’ın en az güveneceği yer kendi partisi. Ben onun yerinde olsam partimden çok devlete güvenirdim. Devletle diyalog kurabilirsiniz, operasyonları ortaklaşa ortaya çıkarabilirsiniz, ama partinize dönerseniz kullanılabilirsiniz. Eğer bu saatten sonra kendi çevresinde bir temizlik yapmayı düşünürse lütfen bunu da devlete danışarak yapsın” İşte takkenin düşüp kelin göründü an bu andır. Kaynak’ın medyaya ve başbakana “Ey vatandaş devlete dön, devleeteee dööön” yönünde yaptığı çağrıların şahika noktası budur. Umarım sayın başbakan ya da danışmanları da bu röportajı okur da, genelkurmayın söz konusu sert cevabını kurbanlık koyunlar gibi beklemek durumunda kalmayız. Not: Röportajın Fotoğraf Altı Yazısı: Kaynak’ın iyi bir iktisat hocası olduğu yıllardan bugüne kadar gelen bir namı var: “Akıldan üçe üç matris çözer”. Maşallah (Yazarın notu)